yine de ama katilliğe alışmak zor. evde duramıyorum, sokağa çıkıyorum; sokakta duramıyorum, öteki sokağa yürüyorum ve insanların yüzlerine baktıkça görüyorum ki ellerine daha cinayet işleme fırsatı geçmemiş olduğu için, pek çok kişi masum zannediyor kendini. bu küçük talih ve kader meselesi yüzünden, insanların çoğunun benden daha ahlaklı ya da iyi olduğuna inanmak zor. olsa olsa henüz cinayet işlemedikleri için biraz daha aptal suratlı oluyorlar ve bütün aptallar gibi iyi niyetli görünüyorlar. gözünde bir zeka ışıltısı, yüzünde ruhundan yansıyan bir gölge gördüğüm herkesin gizli bir katil olduğunu anlamam için,o zavallıyı öldürdükten sonra, istanbul sokaklarında dört gün yürümem yetti. yalnızca aptallar masumdur. (s.23)
üslup diye tutturdukları şey, kişisel bir iz bırakmamıza yol açan bir hatadır yalnızca. (27)
hatırlamak gördüğünü bilmektir. bilmek gördüğünü hatırlamaktır. görmek hatırlamadan bilmektir. (s.91)
aşk mı insanı budala yapıyor yoksa sadece budalalar mı aşık oluyor? (s.98)
üç şeye yarar rüyalar:
elif: bir şeyi istersin. ama istemene bile izin vermezler. o zaman rüyamda gördüm, dersin. böylece istediğini sanki sen istemeden istersin.
be: birisine kötülük etmek istersin. mesela birisine iftira edeceksin. o zaman rüyamda gördüm, falanca hanım zina ediyormuş, dersin; ya da falanca paşaya testi testi şarap gidiyordu, rüyamda gördüm, dersin. böylece inanmasalar bile, kötülüğün bir kısmı söylendiği için hesaba yazılır.
cim: bir şey istersin,ama ne istediğini bile bilmezsin. anlatırsın karışık bir rüya. hemen yorumlayıp, ne istemen gerektiğini, ne verebileceklerini sana söylerler. mesela derler ki: bir koca, bir çocuk, bir ev gerek sana....
bu rüyalar gerçekten uykularımızda gördüğümüz şeyler değillerdir hiç. herkes güpegündüz gördüğü rüyayı gece gördüm diye anlatır ki işe yarasın. gece gördükleri gerçek rüyaları olduğu gibi ancak aptallar anlatır. o zaman ya seninle alay ederler ya her seferinde olduğu gibi rüyanı kötüye yorarlar. (s.165)
ama kendini korumak için aklını sürekli çalıştıran benim gibi birinin mantığıyla değil, mantıksızlığıyla anlaşılır bir şey olmalı aşk.
(benim adım kırmızı/orhan pamuk)
şunca yaşamın bana öğrettiği bir şey varsa, evlat, o da hayatta her şeyin olabileceğidir. iş kadınlarla erkeklere gelince, hiç bahse girmemeli. (s.105)
hiçbir şey yapmadan durup beklersen, erişmeyi istediğin şey ayağına geliverir. (s.105)
ama kendiniz olmaktan çıkmayı öğrenmelisiniz. işte her şey bununla başlar, gerisi de arkadan gelir. bırakın kendinizi de buharlaşın. bırakın kaslarınız gevşesin, ruhunuzun içinizden dışarı çıktığını hissedene kadar soluk alıp verin. sonra da gözlerinizi yumun. işte böyle yapılır bu iş. bedeninizin içindeki boşluk, sizi çevreleyen havadan daha hafif olur. yavaş yavaş sıfırdan da aza iner ağırlığınız. gözlerinizi kaparsınız; kollarınızı iki yana açarsınız, buharlaşırsınız. ve sonra, ağır ağır yerden yükselirsiniz. işte böyle.
bir insanın yüzüne uzun süre bakarsanız sonunda kendinize bakar gibi olursunuz. (s.33)
yerin altında bir süre kaldıktan sonra bir daha dünyaya ala aynı gözle bakamazsınız. dünya anlatılamayacak kadar güzelleşir gözünüzde, ama bu güzellik öylesine geçici, öylesine gerçek dışı bir ışığa bulanır ki, asla somutlaşmaz; onu her zamanki gibi görebilseniz de, dokunabilseniz de, bir yanınız onun bir seraptan öte bir şey olmadığını sezer. pisliği tepenizde hissetmek, onun baskısını, soğukluğunu, ölüme benzer hareketsizliğin verdiği paniği yaşamak bir şeydir ama gerçek terör daha sonra başlar. toprağın altından çıkarıldıktan, ayağa kalkabildikten, yeniden yürüyebildikten sonra. o dakikadan başlayarak, yaşadığınız her şey yerin altında geçirdiğiniz saatlerle ilintilidir. hayatta kalabilmek için verdiğiniz savaşımı kazanmış olsanız da, bunun dışında neredeyse her şeyi yitirmişsinizdir: kafanızın içine –azıcık da olsa- delilik tohumları ekilmiştir. ölüm içinizde yaşamakta, saflığınızı, umutlarınızı tüketmektedir. sonunda geriye pislikten, pisliğin sağlamlığından ,sonsuz gücünden ve yengisinden başka hiçbir şey kalmaz. (s.39)
(yükseklik korkusu/mr.vertigo/paul auster)
“dinle: fantazya seleni, bizim isteklerimize göre tepki gösteriyor. onu böylesine dirençli kılan, yine bizim isteklerimiz. biri ne kadar içeri girmek isterse, kapı bir o kadar sıkı kapanıyor. ama o biri hiçbir şey düşünmeyip, hiçbir şey istemezse, kapı o kişiye kendiliğinden açılıveriyor.”
(bitmeyecek öykü/michael ende s.113)
“yaşayanların bir çoğu ölümü hak ediyor. ve ölenlerin bir kısmı da yaşamayı hak ediyor. yaşamı onlara verebilir misin? o halde öyle hak, hukuk adına ölüm buyurmakta çok acele etme. çünkü en bilge olanlar bile her şeyin sonunu göremez...”
(yüzüklerin efendisi/yüzük kardeşliği/tolkien s.83)
“bakışınızdan mahrum bırakılmış biri olarak amayım çünkü beni göremiyorsunuz; dilsizim çünkü benimle konuşmuyorsunuz; hafızadan yoksunum çünkü beni hatırlamıyorsunuz...” (s.8)
“hayvanlardan farklı olarak, ölmek zorunda olduğumuzu bildiğimizden, o ana kadar, bize rastlantı tarafından ve rastlantı eseri verilmiş yaşamın tadını çıkaralım.” (s.52)
“her şeyi yok eden bir kral güçlüdür, her şeyi elde eden bir kadın daha güçlüdür ne var ki, aklı boğan şarap daha da güçlüdür.” (s.53)
“ona aşkınızı, içtenliğinizi öne çıkararak açıklarsanız, gülünç görünürsünüz.”
“ama ona gerçeği söyleyeceğim...”
“gerçek güzel olduğu kadar iffetli bir genç kızdır, bu yüzden her zaman harmanisine sarınmalıdır.”
“ama ben ona kendi aşkımdan bahsetmek istiyorum, sizin betimlediğiniz aşktan değil!”
“gene de inandırıcı olmak için kendinizi başka türlü gösterin. entrikanın görkeminden nasibini almamış kusursuzluk yoktur.” (s.101)
“gerçek ne kadar çok güçlükle karşılaşırsa o kadar hoşa gider ve aşkımızı ilan etmek bize ne kadar zor gelirse o kadar değerli kabul edilir.” (s.101)
sonuçta aşkın kusursuzluğu sevilmekte değil seven olmaktadır. (s.167)
roberto kıskançlığın, olan, olmayan ya da asla olmayacak şeylere göre biçim kazanmadığını; hayal edilen bir rahatsızlıktan gerçek bir acı çıkaran bir aktarım olduğunu; kıskanç kişinin tıpkı hasta olma korkusu yüzünden hastalanan hastalık hastasına benzediğini biliyordu. sonra, aman ha, diyordu kendisine, seni öteki kadını öteki erkekle bir arada düşünmeye zorlayan bu acı verici palavraya kapılma; üstelik hiçbir şey yalnızlık kadar kuşkuyu körüklemez ve hiçbir şey hayal kurmak kadar kuşkuyu kesinliğe dönüştürmez. ama, diye ekliyordu, sevmezlik edemeyeceğime göre kıskanmazlık edemem, kıskanmazlık edemediğime göre de hayal kurmazlık edemem. (s.305)
ateş için rüzgar neyse, yokluk da aşk için odur: küçüğünü söndürür, büyüğünü alevlendirir. (s.305)
(önceki günün adası/umberto eco)
içtiğin zaman dünya yine oradaydı, kaybolmuyordu ama boğazına sarılmıyordu en azından. (s.57)
dünyanın bütün kadınları oro...pu değil, seninki öyle sadece, derdim kendime. (s.120)
(factatum/charles bukowski)
içki meselesi bu, diye düşündüm kendi kendime bir içki alırken. eğer berbat bir şeyler olmuşsa, unutmak için içersin; iyi bir şeyler olmuşsa kutlamak için içersin ve hiç bir şey olmamışsa bir şeyler olması için içersin.
(kadınlar/charles bukowski s.192)
öğle sonrası akşamüstüne dönüşüyordu ama bezgindim. ölüm sıkıcıydı. ölümün en kötü yanı buydu. sıkıcıydı. geldikten sonra yapabileceğin tek şey yoktu. onunla tenis oynayamaz ya da bir kutu şekerlemeye dönüştüremezdin. patlak bir lastik kadar kesindi. ölüm aptaldı. (s.128)
“insan evrenin kanalizasyonudur.” (s.9)
camus’nün resistance, rebellion and death kitabını aldı, birkaç sayfa okudu. acı çekmekten, dehşetten ve insanlığın içinde bulunduğu sefaletten söz ediyordu. camus, ama bunu öylesine rahat ve süslü bir dille yapıyordu ki, olup bitenlerden insan olarak da yazar olarak da etkilenmediği izlenimi uyandırıyordu okurda. başka bir deyişle, her şey güllük gülistanlıktı sanki. koca bir biftek, salata ve kızarmış patatesi afiyetle yiyip, üstüne de bir şişe iyi fransız şarabı içmiş biri gibi yazıyordu camus. insanlık acı çekiyor olabilirdi ama o çekmiyordu. bilge biriydi muhtemelen, ama henry yanarken haykıran birini yeğlerdi. kitabı yere bırakıp uyumaya çalıştı. (s.11)
(sıcak su müziği/charles bukowski)
ona çay ikram ettik, içti; çay tabağının kenarında bir parça şeker kalmıştı, almak için elini uzattı, ama bu hareketini yeteri kadar açık bulmamış olacak ki, elini geri çekti; bu kez de elini geri çekmesi iyiden iyiye anlamsız kaçtı, yeniden elini şekere doğru uzattı, alıp ağzına götürdü ve yedi; kıtır kıtır şeker yemenin keyfinden değil, olabildiğince münasip bir hareket yapmış olmak için; şekere ya da bize karşı... bu kötü izlenimi silmek için olmalı, öksürdü, derken bu öksürüğe açıklayıcı bir neden bulmak için, cebinden bir mendil çıkardı; ne var ki sümkürmeye cesaret edemedi, ayağını oynattı yalnızca. ama ayağını oynatmak da ona yeni güçlükler çıkarttı herhalde ki sustu ve tamamen hareketsiz kaldı. bu garip davranış (tek yaptığı “davranmak”tı, sürekli “davranıyor”du çünkü) daha ilk görüşmemizde merakımı uyandırdı.
(pornografi/witold gombrowicz s.16)
belki, eğer arabasını almak için geri dönerse zaman kazanacaktı, fakat gideceği yer çok kısa bir mesafeydi ve araba kullanırken yolunu kaybetme ihtimali çok yüksekti. bu, büyük ölçüde kullandığı “zen” yolculuk etme yöntemi yüzündendi. bu yöntem, sadece nereye gittiğini bilir görünen bir araba bulmak ve onu izlemekten ibaretti. sonuçlar çok kere başarılı olmak yerine şaşırtıcı olmuştu, fakat her ikisinin de bir araya geldiği birkaç durumun hatırı için dirk bu yöntemin denemeye değer olduğunu hissediyordu. (s.33)
faust ve mephistopheles’in eski günlerinden bu yana işler çok değişmişti. o zamanlar insan ruhunu satmasına karşılık olarak evrenin bütün bilgisine erişebilir, zihninin bütün hırslarını doyurabilir ve bedeninin bütün zevklerini elde edebilirdi. şimdi ise birkaç plak telif hakkı, birkaç parça son moda mobilya, banyosunun duvarına asılacak ucuz bir süs ve başın hart diye omuzlardan ayrılması... (s.185)
(ruhun uzun karanlık çay saati/douglas adams)
“kimsenin kedisi olamaz zaten” diye düzeltti qwilleran. “eşit haklar ve karşılıklı saygı temelinde bir yaşam alanı paylaşırsın onlarla... gerçi şunu da söylemek lazım ki, kediler her zaman biraz daha eşittir. özellikle siyam kedileri bu konuda çok usta oluyor.”
(çenesini tutamayan kedi/l.j.brown .s152)
her şeyden önce ağaçlardan inmekle büyük bir yanlış yaptıklarını düşünenlerin sayısı günden güne artıyordu. bazıları ise aslında ağaçların bile kötü bir yer olduğunu, okyanusları terk etmemiş olmaları gerektiğini söylemekteydi. (s.7)
“uzay,” der, “...büyüktür. gerçekten büyük. ne kadar uçsuz bucaksız, kavranamayacak büyüklükte olduğunu aklınız almaz. demek istiyorum ki, yolun aşağısındaki kimyagere giden yolun uzun olduğunu düşünebilirsiniz ama bu, uzayın yanında leblebi çekirdek gibi kalır. dinleyin...” ve böyle sürüp gider. (s.81)
bazı şeylerin aslında göründükleri gibi olmadıkları önemli ve çok bilinen bir gerçektir. örneğin, dünya denen gezegende insanoğlu her zaman kendisinin yunuslardan daha zeki olduğunu varsaymıştır. çünkü bir sürü şey becermiştir: tekerlek, new york, savaşlar vs... bu arada yunusların tek yaptığı ise, suya dalıp çıkmak ve eğlenmek olmuştur. buna karşılık, yunuslar da her zaman kendilerinin insanoğlundan çok üstün bir zekaya sahip olduklarına inanmışlardır. tamamıyla aynı nedenden dolayı... (s.161)
(her otostopçunun galaksi rehberi/douglas adams)
toplumun suç sorunu vardı. toplum, suçların üzerine gitmeleri için polisleri görevlendiriyordu. şimdi toplumun polis sorunu vardı. (s.43)
pozitivist kişinin dünyasında, çırpılıp yağda pişirilmiş yumurtanın etkileyici yanı, ne tarafa çevrilirse çevrilsin sarı rengin baki kalmasıdır. varoluşçunun dünyasında çırpılıp tavada pişirilmiş yumurtanın ümitsiz yanı, ne tarafa çevrilirse çevrilsin çırpılmış olmasıdır. (s.56)
mistik kişiler, insanın bir şeyden vazgeçer geçmez, ona sahip olunabileceğini söylerler. doğrudur belki. ama o şeyi siz istemedikten sonra kim ister ki? (s.147)
bir nefes sigaraya, bir lokma yemeğe, bir fincan kahveye, bir parça göte ya da temposu hızlı bir öyküye ihtiyaç duyduğu halde, nasibine hepi topu felsefe düşen her zeki kişinin yapacağı gibi dik dik bakıyorlardı (ona). (s.155)
(ağaçkakan/tom robbins)
bütün kedi yavruları büyüdükleri için ölürler. (s.100)
paris’e gitmekten, yaya geçitleri yüzünden korkuyorum. insanların direksiyon başındaki alışkanlıkları yüzünden, ezilme olasılığının en yüksek olduğu yer, yaya geçitleridir. bunlar dar, iyice tanımlanmış olurlar ve direksiyondaki herif tam olarak nişan alabilir. (s.129)
(yalan roman/emile ajar)
doktor, psikiyatr nasıl yazılır? p’yle mi p’siz mi? (s.176)
tanrı olmasaydı, kadını yaratmak için önce onu icat etmek gerekecekti. (s.409)
yaşam sunar, tanrı düzenler,insan erteler. (s.422)
(kapanda üç kaplan/g. cabrera infante)
“sen dünyanın içinde ol; dünyanın senin içinde olmasına izin verme.” (s.38)
“...tüysüz maymunların kendi tarihi, bu yaratıkların zihinleriyle algılamadan önce elleriyle yok ettiklerini gösteriyor.” (s.126)
(gnole/alan aldridge)
üslup diye tutturdukları şey, kişisel bir iz bırakmamıza yol açan bir hatadır yalnızca. (27)
hatırlamak gördüğünü bilmektir. bilmek gördüğünü hatırlamaktır. görmek hatırlamadan bilmektir. (s.91)
aşk mı insanı budala yapıyor yoksa sadece budalalar mı aşık oluyor? (s.98)
üç şeye yarar rüyalar:
elif: bir şeyi istersin. ama istemene bile izin vermezler. o zaman rüyamda gördüm, dersin. böylece istediğini sanki sen istemeden istersin.
be: birisine kötülük etmek istersin. mesela birisine iftira edeceksin. o zaman rüyamda gördüm, falanca hanım zina ediyormuş, dersin; ya da falanca paşaya testi testi şarap gidiyordu, rüyamda gördüm, dersin. böylece inanmasalar bile, kötülüğün bir kısmı söylendiği için hesaba yazılır.
cim: bir şey istersin,ama ne istediğini bile bilmezsin. anlatırsın karışık bir rüya. hemen yorumlayıp, ne istemen gerektiğini, ne verebileceklerini sana söylerler. mesela derler ki: bir koca, bir çocuk, bir ev gerek sana....
bu rüyalar gerçekten uykularımızda gördüğümüz şeyler değillerdir hiç. herkes güpegündüz gördüğü rüyayı gece gördüm diye anlatır ki işe yarasın. gece gördükleri gerçek rüyaları olduğu gibi ancak aptallar anlatır. o zaman ya seninle alay ederler ya her seferinde olduğu gibi rüyanı kötüye yorarlar. (s.165)
ama kendini korumak için aklını sürekli çalıştıran benim gibi birinin mantığıyla değil, mantıksızlığıyla anlaşılır bir şey olmalı aşk.
(benim adım kırmızı/orhan pamuk)
şunca yaşamın bana öğrettiği bir şey varsa, evlat, o da hayatta her şeyin olabileceğidir. iş kadınlarla erkeklere gelince, hiç bahse girmemeli. (s.105)
hiçbir şey yapmadan durup beklersen, erişmeyi istediğin şey ayağına geliverir. (s.105)
ama kendiniz olmaktan çıkmayı öğrenmelisiniz. işte her şey bununla başlar, gerisi de arkadan gelir. bırakın kendinizi de buharlaşın. bırakın kaslarınız gevşesin, ruhunuzun içinizden dışarı çıktığını hissedene kadar soluk alıp verin. sonra da gözlerinizi yumun. işte böyle yapılır bu iş. bedeninizin içindeki boşluk, sizi çevreleyen havadan daha hafif olur. yavaş yavaş sıfırdan da aza iner ağırlığınız. gözlerinizi kaparsınız; kollarınızı iki yana açarsınız, buharlaşırsınız. ve sonra, ağır ağır yerden yükselirsiniz. işte böyle.
bir insanın yüzüne uzun süre bakarsanız sonunda kendinize bakar gibi olursunuz. (s.33)
yerin altında bir süre kaldıktan sonra bir daha dünyaya ala aynı gözle bakamazsınız. dünya anlatılamayacak kadar güzelleşir gözünüzde, ama bu güzellik öylesine geçici, öylesine gerçek dışı bir ışığa bulanır ki, asla somutlaşmaz; onu her zamanki gibi görebilseniz de, dokunabilseniz de, bir yanınız onun bir seraptan öte bir şey olmadığını sezer. pisliği tepenizde hissetmek, onun baskısını, soğukluğunu, ölüme benzer hareketsizliğin verdiği paniği yaşamak bir şeydir ama gerçek terör daha sonra başlar. toprağın altından çıkarıldıktan, ayağa kalkabildikten, yeniden yürüyebildikten sonra. o dakikadan başlayarak, yaşadığınız her şey yerin altında geçirdiğiniz saatlerle ilintilidir. hayatta kalabilmek için verdiğiniz savaşımı kazanmış olsanız da, bunun dışında neredeyse her şeyi yitirmişsinizdir: kafanızın içine –azıcık da olsa- delilik tohumları ekilmiştir. ölüm içinizde yaşamakta, saflığınızı, umutlarınızı tüketmektedir. sonunda geriye pislikten, pisliğin sağlamlığından ,sonsuz gücünden ve yengisinden başka hiçbir şey kalmaz. (s.39)
(yükseklik korkusu/mr.vertigo/paul auster)
“dinle: fantazya seleni, bizim isteklerimize göre tepki gösteriyor. onu böylesine dirençli kılan, yine bizim isteklerimiz. biri ne kadar içeri girmek isterse, kapı bir o kadar sıkı kapanıyor. ama o biri hiçbir şey düşünmeyip, hiçbir şey istemezse, kapı o kişiye kendiliğinden açılıveriyor.”
(bitmeyecek öykü/michael ende s.113)
“yaşayanların bir çoğu ölümü hak ediyor. ve ölenlerin bir kısmı da yaşamayı hak ediyor. yaşamı onlara verebilir misin? o halde öyle hak, hukuk adına ölüm buyurmakta çok acele etme. çünkü en bilge olanlar bile her şeyin sonunu göremez...”
(yüzüklerin efendisi/yüzük kardeşliği/tolkien s.83)
“bakışınızdan mahrum bırakılmış biri olarak amayım çünkü beni göremiyorsunuz; dilsizim çünkü benimle konuşmuyorsunuz; hafızadan yoksunum çünkü beni hatırlamıyorsunuz...” (s.8)
“hayvanlardan farklı olarak, ölmek zorunda olduğumuzu bildiğimizden, o ana kadar, bize rastlantı tarafından ve rastlantı eseri verilmiş yaşamın tadını çıkaralım.” (s.52)
“her şeyi yok eden bir kral güçlüdür, her şeyi elde eden bir kadın daha güçlüdür ne var ki, aklı boğan şarap daha da güçlüdür.” (s.53)
“ona aşkınızı, içtenliğinizi öne çıkararak açıklarsanız, gülünç görünürsünüz.”
“ama ona gerçeği söyleyeceğim...”
“gerçek güzel olduğu kadar iffetli bir genç kızdır, bu yüzden her zaman harmanisine sarınmalıdır.”
“ama ben ona kendi aşkımdan bahsetmek istiyorum, sizin betimlediğiniz aşktan değil!”
“gene de inandırıcı olmak için kendinizi başka türlü gösterin. entrikanın görkeminden nasibini almamış kusursuzluk yoktur.” (s.101)
“gerçek ne kadar çok güçlükle karşılaşırsa o kadar hoşa gider ve aşkımızı ilan etmek bize ne kadar zor gelirse o kadar değerli kabul edilir.” (s.101)
sonuçta aşkın kusursuzluğu sevilmekte değil seven olmaktadır. (s.167)
roberto kıskançlığın, olan, olmayan ya da asla olmayacak şeylere göre biçim kazanmadığını; hayal edilen bir rahatsızlıktan gerçek bir acı çıkaran bir aktarım olduğunu; kıskanç kişinin tıpkı hasta olma korkusu yüzünden hastalanan hastalık hastasına benzediğini biliyordu. sonra, aman ha, diyordu kendisine, seni öteki kadını öteki erkekle bir arada düşünmeye zorlayan bu acı verici palavraya kapılma; üstelik hiçbir şey yalnızlık kadar kuşkuyu körüklemez ve hiçbir şey hayal kurmak kadar kuşkuyu kesinliğe dönüştürmez. ama, diye ekliyordu, sevmezlik edemeyeceğime göre kıskanmazlık edemem, kıskanmazlık edemediğime göre de hayal kurmazlık edemem. (s.305)
ateş için rüzgar neyse, yokluk da aşk için odur: küçüğünü söndürür, büyüğünü alevlendirir. (s.305)
(önceki günün adası/umberto eco)
içtiğin zaman dünya yine oradaydı, kaybolmuyordu ama boğazına sarılmıyordu en azından. (s.57)
dünyanın bütün kadınları oro...pu değil, seninki öyle sadece, derdim kendime. (s.120)
(factatum/charles bukowski)
içki meselesi bu, diye düşündüm kendi kendime bir içki alırken. eğer berbat bir şeyler olmuşsa, unutmak için içersin; iyi bir şeyler olmuşsa kutlamak için içersin ve hiç bir şey olmamışsa bir şeyler olması için içersin.
(kadınlar/charles bukowski s.192)
öğle sonrası akşamüstüne dönüşüyordu ama bezgindim. ölüm sıkıcıydı. ölümün en kötü yanı buydu. sıkıcıydı. geldikten sonra yapabileceğin tek şey yoktu. onunla tenis oynayamaz ya da bir kutu şekerlemeye dönüştüremezdin. patlak bir lastik kadar kesindi. ölüm aptaldı. (s.128)
“insan evrenin kanalizasyonudur.” (s.9)
camus’nün resistance, rebellion and death kitabını aldı, birkaç sayfa okudu. acı çekmekten, dehşetten ve insanlığın içinde bulunduğu sefaletten söz ediyordu. camus, ama bunu öylesine rahat ve süslü bir dille yapıyordu ki, olup bitenlerden insan olarak da yazar olarak da etkilenmediği izlenimi uyandırıyordu okurda. başka bir deyişle, her şey güllük gülistanlıktı sanki. koca bir biftek, salata ve kızarmış patatesi afiyetle yiyip, üstüne de bir şişe iyi fransız şarabı içmiş biri gibi yazıyordu camus. insanlık acı çekiyor olabilirdi ama o çekmiyordu. bilge biriydi muhtemelen, ama henry yanarken haykıran birini yeğlerdi. kitabı yere bırakıp uyumaya çalıştı. (s.11)
(sıcak su müziği/charles bukowski)
ona çay ikram ettik, içti; çay tabağının kenarında bir parça şeker kalmıştı, almak için elini uzattı, ama bu hareketini yeteri kadar açık bulmamış olacak ki, elini geri çekti; bu kez de elini geri çekmesi iyiden iyiye anlamsız kaçtı, yeniden elini şekere doğru uzattı, alıp ağzına götürdü ve yedi; kıtır kıtır şeker yemenin keyfinden değil, olabildiğince münasip bir hareket yapmış olmak için; şekere ya da bize karşı... bu kötü izlenimi silmek için olmalı, öksürdü, derken bu öksürüğe açıklayıcı bir neden bulmak için, cebinden bir mendil çıkardı; ne var ki sümkürmeye cesaret edemedi, ayağını oynattı yalnızca. ama ayağını oynatmak da ona yeni güçlükler çıkarttı herhalde ki sustu ve tamamen hareketsiz kaldı. bu garip davranış (tek yaptığı “davranmak”tı, sürekli “davranıyor”du çünkü) daha ilk görüşmemizde merakımı uyandırdı.
(pornografi/witold gombrowicz s.16)
belki, eğer arabasını almak için geri dönerse zaman kazanacaktı, fakat gideceği yer çok kısa bir mesafeydi ve araba kullanırken yolunu kaybetme ihtimali çok yüksekti. bu, büyük ölçüde kullandığı “zen” yolculuk etme yöntemi yüzündendi. bu yöntem, sadece nereye gittiğini bilir görünen bir araba bulmak ve onu izlemekten ibaretti. sonuçlar çok kere başarılı olmak yerine şaşırtıcı olmuştu, fakat her ikisinin de bir araya geldiği birkaç durumun hatırı için dirk bu yöntemin denemeye değer olduğunu hissediyordu. (s.33)
faust ve mephistopheles’in eski günlerinden bu yana işler çok değişmişti. o zamanlar insan ruhunu satmasına karşılık olarak evrenin bütün bilgisine erişebilir, zihninin bütün hırslarını doyurabilir ve bedeninin bütün zevklerini elde edebilirdi. şimdi ise birkaç plak telif hakkı, birkaç parça son moda mobilya, banyosunun duvarına asılacak ucuz bir süs ve başın hart diye omuzlardan ayrılması... (s.185)
(ruhun uzun karanlık çay saati/douglas adams)
“kimsenin kedisi olamaz zaten” diye düzeltti qwilleran. “eşit haklar ve karşılıklı saygı temelinde bir yaşam alanı paylaşırsın onlarla... gerçi şunu da söylemek lazım ki, kediler her zaman biraz daha eşittir. özellikle siyam kedileri bu konuda çok usta oluyor.”
(çenesini tutamayan kedi/l.j.brown .s152)
her şeyden önce ağaçlardan inmekle büyük bir yanlış yaptıklarını düşünenlerin sayısı günden güne artıyordu. bazıları ise aslında ağaçların bile kötü bir yer olduğunu, okyanusları terk etmemiş olmaları gerektiğini söylemekteydi. (s.7)
“uzay,” der, “...büyüktür. gerçekten büyük. ne kadar uçsuz bucaksız, kavranamayacak büyüklükte olduğunu aklınız almaz. demek istiyorum ki, yolun aşağısındaki kimyagere giden yolun uzun olduğunu düşünebilirsiniz ama bu, uzayın yanında leblebi çekirdek gibi kalır. dinleyin...” ve böyle sürüp gider. (s.81)
bazı şeylerin aslında göründükleri gibi olmadıkları önemli ve çok bilinen bir gerçektir. örneğin, dünya denen gezegende insanoğlu her zaman kendisinin yunuslardan daha zeki olduğunu varsaymıştır. çünkü bir sürü şey becermiştir: tekerlek, new york, savaşlar vs... bu arada yunusların tek yaptığı ise, suya dalıp çıkmak ve eğlenmek olmuştur. buna karşılık, yunuslar da her zaman kendilerinin insanoğlundan çok üstün bir zekaya sahip olduklarına inanmışlardır. tamamıyla aynı nedenden dolayı... (s.161)
(her otostopçunun galaksi rehberi/douglas adams)
toplumun suç sorunu vardı. toplum, suçların üzerine gitmeleri için polisleri görevlendiriyordu. şimdi toplumun polis sorunu vardı. (s.43)
pozitivist kişinin dünyasında, çırpılıp yağda pişirilmiş yumurtanın etkileyici yanı, ne tarafa çevrilirse çevrilsin sarı rengin baki kalmasıdır. varoluşçunun dünyasında çırpılıp tavada pişirilmiş yumurtanın ümitsiz yanı, ne tarafa çevrilirse çevrilsin çırpılmış olmasıdır. (s.56)
mistik kişiler, insanın bir şeyden vazgeçer geçmez, ona sahip olunabileceğini söylerler. doğrudur belki. ama o şeyi siz istemedikten sonra kim ister ki? (s.147)
bir nefes sigaraya, bir lokma yemeğe, bir fincan kahveye, bir parça göte ya da temposu hızlı bir öyküye ihtiyaç duyduğu halde, nasibine hepi topu felsefe düşen her zeki kişinin yapacağı gibi dik dik bakıyorlardı (ona). (s.155)
(ağaçkakan/tom robbins)
bütün kedi yavruları büyüdükleri için ölürler. (s.100)
paris’e gitmekten, yaya geçitleri yüzünden korkuyorum. insanların direksiyon başındaki alışkanlıkları yüzünden, ezilme olasılığının en yüksek olduğu yer, yaya geçitleridir. bunlar dar, iyice tanımlanmış olurlar ve direksiyondaki herif tam olarak nişan alabilir. (s.129)
(yalan roman/emile ajar)
doktor, psikiyatr nasıl yazılır? p’yle mi p’siz mi? (s.176)
tanrı olmasaydı, kadını yaratmak için önce onu icat etmek gerekecekti. (s.409)
yaşam sunar, tanrı düzenler,insan erteler. (s.422)
(kapanda üç kaplan/g. cabrera infante)
“sen dünyanın içinde ol; dünyanın senin içinde olmasına izin verme.” (s.38)
“...tüysüz maymunların kendi tarihi, bu yaratıkların zihinleriyle algılamadan önce elleriyle yok ettiklerini gösteriyor.” (s.126)
(gnole/alan aldridge)
Böylesi alıntılar bölümüne çok uyacak bir kitap var elimde:)Ayn Rand'ın Atlas Vazgeçti serisi...Paragraflar tek tek okunmalık çoğunlukla...ikinci kitaptayım ama felsefeyi soslu sunması açısından çok başarılı bence...
YanıtlaSilZevkle okuyorum bu seriyi,ehh!ben de bir kitap paylaşmak istedim ama bilindiği üzere blog yazarı değilim ya:))Hocam hafif faydalandım galiba senin sayfadan:)))
"atlas vazgeçti" serisini duymamıştım; kıçımı bilgisayarın karşısından kaldırıp tekrar kitap okumaya başlayabilirsem, okumak isterim onu da...
YanıtlaSil:))
YanıtlaSilama bu kolay iş değil,kendimi sadece bu blogu takip ederken bile bir nevi sanal tur yapmış kadar doygun hissediyorum:)Ben de bu zahmete karşılık olamasa da bir renk olma çabası ile yazdım:))Benim en bildiğim konu bu çünkü ortalama iki kitabı aynı anda okuma gibi bir alışkanlık ile yoğrulmuşum bu yaşa kadar..bilgisayar başında ise ehhh zaman zaman sorularımdan anlıyorsundur ne durumda olduğumu:))İş yerinde kullandığımız program bile dillere destandır havayolu camiasında!:)))
Bu seriyi kesinlikle felsefeseverlere tavsiye ederim...çok güzel...En son alıntıladığım paragrafı ekleyeyim buraya:
'' Düşüncesi,amacı belirli olmayan insanlara karşı hiçbir eyleme geçemezdi.Onlara söyleyebileceği hiçbir şey yoktu.Hiçbirini duymayacak,hiçbirine cevap vermeyeceklerdi.Mantığın silah olmaktan çıktığı bir alanda,silah olarak ne kullanılabilir,diye düşündü.Kendisinin giremeyeceği bir alandı orası.
**
Ayn Rand-Atlas Vazgeçti 1.bölüm:İtirazsız''
Felsefeyi öyle güzel soslamış ve kahramanlar yaratıp,hayatı sorgulatmış ki..okumanı çok isterim:)