hoooooooooooop!
işte aya fırladı kısadalga.
kısadalga’ya “ög” gelmişti. dünya ve dertleri canına tak etmişti. beni hiç rahat bırakmayacaklar mı, deyip basıp çıkmıştı evinden. telefonunu da açık bırakmıştı. böylece arayan biri endişelenip duracaktı. sonra koşmuş koşmuş, damarları çatlayana kadar sanki, zıplayıvermişti. ay’a kadar yükseleceği aklının ucundan geçmemişti tabii…
saçlarını düzeltti kısadalga. yürüdü biraz. boncuk gibi görünmesi gerekirdi dünyanın? başka bir tarafta mıydı? sikmişim dünyayı diyen kız, şimdi dünyayı aramaya başlamıştı ilk olarak. bulamıyordu ama…
ayda bir kayanın üzerinde oturup, şöyle dünyaya karşı, rakı içmek ne hoş olurdu, gibilerinden bir fantazisi vardı… ne rakı vardı şimdi ne de dünya: sadece kaya… eh nereye dayarsan daya!
günler sonra biriyle karşılaştı kısadalga. çok şaşırdı ama belli etmemeye çalıştı. oğlan da çok şaşırmıştı. konuştular ve çok uyumlu anlaştıklarını fark ettiler. oysa diyalog sapması denilen bir ay hastalığına kapılmışlardı. yerçekiminden mi oksijen eksikliğinden midir nedendir ama gerçekten de böyle bir hastalık vardı. bu hastalığa tutulanların konuşmaları şuna benzerdi:
a: ben miyim?
b: evet sensin!
b: tamamen mi?
ya da:
b: seni seviyorum.
a: beni seviyor musun?
“ne güzel birbirimizi tamamlıyoruz” diye baktıkları için hasta olduklarını fark edemiyorlardı. oysa ayda üstlenmiş olduğunu iddia eden ama aslında zamanında aya sürgün edilmiş olan farkettin paşa her şeyin farkındaydı. saklandığı kayanın arkasından çıkmak zorunda kalmıştı çünkü onların konuşmalarına artık katlanamaz olmuştu. kısadalga ve sevgilisi (sevgili olmaktan başka çareleri yoktu çünkü a)buna ihtiyaçları vardı b)her ikisi de epeyce bir boşluk içindeydiler c)yeni bir başlangıç fikri, ikisine de cezbedici geliyordu d)aydaki en çekici örnekler onlardı e)yalnızlıktan korkuyorlardı ….ve daha bir sürü harf var aslında….) evet, kısadalga ve sevgilisi, farkettin paşa’yı kurtarıcı olarak gördüler ilkin. ancak farkettin paşa öyle bir insan değildi. öyle olsa dünyadan siktiredilmezdi. ona katlanmak güçtü…
“ayaklarınızı yere basmak konusunda bir özürünüz olduğundan buradasınız!” dedi paşa. kızla oğlan hiç bi’şey anlamadılar ama merak duyguları, egolarını oluşturan bilgisel süprüntülerle bağlantılı olmadıkça, asla harekete geçmezdi. onların tek derdi vardı: dünyayı görmek!
“dünyayı görmek istiyoruz biz!” dedi oğlan.
“evet!” dedi heyecanlı kısadalga. ne güzel şey insanın bir amacının olması!
“dünyadayken göremediğinizi buradan nasıl göreceğinizi sanıyorsunuz? görseniz hem bunu kaldırabilir mi olgunlaşmamış ruhlarınız?”
“hadi be amca… sen boşver…”
“içerikten yoksun kelimeleri bir araya getirdiğinde onlar yine de cümle oluyorlar ama benim nezdimde bir anlam ifade etmiyorlar kızım….”
“ama ben…”
“sakın ben deme! sakın!”
“deli galiba? yalnızlık delirtmiş adamcağızı…”
“susun! uzak durun benden… dünyanıza dönün… sen film-müzik kolleksiyonuna, kahrolası bilgisayarına, sen de… neyse ona… dön! defolun!”
bunları söyleyerek uzaklaşmıştı farkettin paşa. kısadalga ve sevgilisi onun ardından baktılar.
“hazır mısınız?”
şef garson kılıklı bir adamdı bunu söyleyen. arkalarında var olmuştu sanki bir anda.
“nasıl bir ay lan bu?” dedi oğlan. kısadalga onun konuşma biçiminden rahatsız olduğunu hissetti ama bunun önemli olmadığına inandırdı kendini. ona ihtiyacı vardı.
“neye… hazır mıyız?” diye sordu.
“boklu dünyanıza dönmeye…” dedi adam ve olanca gücüyle, balgam getirmeye çalışan her insanın yaptığı gibi, burnundan gırtlağına nefes çekti. kısadalga adamın boğazında kocaman bir balgam kümesinin toplanmakta olduğunu anladığı anda midesine bi’şeyler olduğunu hissetti. tiksintiyle ve korkuyla gözlerini yumdu. “…tü…tükürecek…” demeye çalıştı ama olmadı.
şaaaaaaaaaaaaaaap!
işte yere yapıştı kısadalga.
kısadalga’nın diskmeninde kid loco’nun “relaxin' with cherry” isimli şarkısı çalıyordu ve asfalta yapışmış olmasına rağmen aletin çalışıyor olması garipti. o sıkıcı oğlan yanında değildi ve kalbi deli gibi atıyordu. eve dönmeliydi. telefonu açık bırakmıştı.
işte aya fırladı kısadalga.
kısadalga’ya “ög” gelmişti. dünya ve dertleri canına tak etmişti. beni hiç rahat bırakmayacaklar mı, deyip basıp çıkmıştı evinden. telefonunu da açık bırakmıştı. böylece arayan biri endişelenip duracaktı. sonra koşmuş koşmuş, damarları çatlayana kadar sanki, zıplayıvermişti. ay’a kadar yükseleceği aklının ucundan geçmemişti tabii…
saçlarını düzeltti kısadalga. yürüdü biraz. boncuk gibi görünmesi gerekirdi dünyanın? başka bir tarafta mıydı? sikmişim dünyayı diyen kız, şimdi dünyayı aramaya başlamıştı ilk olarak. bulamıyordu ama…
ayda bir kayanın üzerinde oturup, şöyle dünyaya karşı, rakı içmek ne hoş olurdu, gibilerinden bir fantazisi vardı… ne rakı vardı şimdi ne de dünya: sadece kaya… eh nereye dayarsan daya!
günler sonra biriyle karşılaştı kısadalga. çok şaşırdı ama belli etmemeye çalıştı. oğlan da çok şaşırmıştı. konuştular ve çok uyumlu anlaştıklarını fark ettiler. oysa diyalog sapması denilen bir ay hastalığına kapılmışlardı. yerçekiminden mi oksijen eksikliğinden midir nedendir ama gerçekten de böyle bir hastalık vardı. bu hastalığa tutulanların konuşmaları şuna benzerdi:
a: ben miyim?
b: evet sensin!
b: tamamen mi?
ya da:
b: seni seviyorum.
a: beni seviyor musun?
“ne güzel birbirimizi tamamlıyoruz” diye baktıkları için hasta olduklarını fark edemiyorlardı. oysa ayda üstlenmiş olduğunu iddia eden ama aslında zamanında aya sürgün edilmiş olan farkettin paşa her şeyin farkındaydı. saklandığı kayanın arkasından çıkmak zorunda kalmıştı çünkü onların konuşmalarına artık katlanamaz olmuştu. kısadalga ve sevgilisi (sevgili olmaktan başka çareleri yoktu çünkü a)buna ihtiyaçları vardı b)her ikisi de epeyce bir boşluk içindeydiler c)yeni bir başlangıç fikri, ikisine de cezbedici geliyordu d)aydaki en çekici örnekler onlardı e)yalnızlıktan korkuyorlardı ….ve daha bir sürü harf var aslında….) evet, kısadalga ve sevgilisi, farkettin paşa’yı kurtarıcı olarak gördüler ilkin. ancak farkettin paşa öyle bir insan değildi. öyle olsa dünyadan siktiredilmezdi. ona katlanmak güçtü…
“ayaklarınızı yere basmak konusunda bir özürünüz olduğundan buradasınız!” dedi paşa. kızla oğlan hiç bi’şey anlamadılar ama merak duyguları, egolarını oluşturan bilgisel süprüntülerle bağlantılı olmadıkça, asla harekete geçmezdi. onların tek derdi vardı: dünyayı görmek!
“dünyayı görmek istiyoruz biz!” dedi oğlan.
“evet!” dedi heyecanlı kısadalga. ne güzel şey insanın bir amacının olması!
“dünyadayken göremediğinizi buradan nasıl göreceğinizi sanıyorsunuz? görseniz hem bunu kaldırabilir mi olgunlaşmamış ruhlarınız?”
“hadi be amca… sen boşver…”
“içerikten yoksun kelimeleri bir araya getirdiğinde onlar yine de cümle oluyorlar ama benim nezdimde bir anlam ifade etmiyorlar kızım….”
“ama ben…”
“sakın ben deme! sakın!”
“deli galiba? yalnızlık delirtmiş adamcağızı…”
“susun! uzak durun benden… dünyanıza dönün… sen film-müzik kolleksiyonuna, kahrolası bilgisayarına, sen de… neyse ona… dön! defolun!”
bunları söyleyerek uzaklaşmıştı farkettin paşa. kısadalga ve sevgilisi onun ardından baktılar.
“hazır mısınız?”
şef garson kılıklı bir adamdı bunu söyleyen. arkalarında var olmuştu sanki bir anda.
“nasıl bir ay lan bu?” dedi oğlan. kısadalga onun konuşma biçiminden rahatsız olduğunu hissetti ama bunun önemli olmadığına inandırdı kendini. ona ihtiyacı vardı.
“neye… hazır mıyız?” diye sordu.
“boklu dünyanıza dönmeye…” dedi adam ve olanca gücüyle, balgam getirmeye çalışan her insanın yaptığı gibi, burnundan gırtlağına nefes çekti. kısadalga adamın boğazında kocaman bir balgam kümesinin toplanmakta olduğunu anladığı anda midesine bi’şeyler olduğunu hissetti. tiksintiyle ve korkuyla gözlerini yumdu. “…tü…tükürecek…” demeye çalıştı ama olmadı.
şaaaaaaaaaaaaaaap!
işte yere yapıştı kısadalga.
kısadalga’nın diskmeninde kid loco’nun “relaxin' with cherry” isimli şarkısı çalıyordu ve asfalta yapışmış olmasına rağmen aletin çalışıyor olması garipti. o sıkıcı oğlan yanında değildi ve kalbi deli gibi atıyordu. eve dönmeliydi. telefonu açık bırakmıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder