dünya tarihi ilgini çekiyor. bazı kıtaların, ulusların, ya da sadece bazı kavramların tarihi... kökenini merak ediyorsun onların ya da şeylerin... çünkü öğrendiklerinden yola çıkarak bazı sonuçlara varma eğilimindesin. özellikle kendinle ilgili olarak benzerliklerden ya da aykırılıklardan kaynaklanan bağlantılar bulmalısın. bulamasan bile en azından uydurmalı...
herkesin iyi kötü, sağlam sakat bir dünya görüşü vardır; yettiği kadar. bunu hiç düşünmesen bile vardır. örneğin apolitik olduğunu, bir dinsel ya da benzeri başka inanca bağlı olmadığını, kendinden başka hiçbir şeye önem vermediğini, işte buna benzer başka şeyleri öne süreceksin...
anlamaya çalıştıklarını, her kavramı bile, insanlaştırdığının, kişileştirdiğinin farkında değilsin. “evrenin doğuşu” diyorsun, “tanrının öfkesi”, “kraliçe arı”, “sadık köpek/nankör kedi”, “bilgisayarının belleği”, “metal yorgunluğu”... bunu yapmaya mecbursun; başka türlü anlaman ya da anlamaya çalışman mümkün değil. evren’den önce güneş sistemi; ikisinden önce dünya ve kara parçaları; onlardan da önce ülkeler ve şu dağ... hepsinden önce ise, senin dışında sadece gölgen vardı. gölgesi olan bir hayvandın. adım adım kendinden uzaklaştın; evrenin dış kapısına kadar! sonra durdun ve çok uzaklardan kendine bakmak istedin. işte o an fark ettin; gölgenden başlayarak evrenin uçsuz bucaksızlığına kadar her yere sadece kendi özelliklerini koyan ama kendisini fazla umursayamayan bir yaratık olduğunu.
damarlardan hücrelere; hücrelerden atomlara kadar bokunu çıkardığın; her davranışının izahatını yaptığını sandığın bu yaratığın aslında anlayamadığın; hiç de bilemeyeceğin bir yapısı olduğunu fark edeceksin. genlerini kontrol altına alıp en baştan, tamamen istediğin gibi oluşturabildiğin bu yaratığın, bulduğu ilk fırsatta, gizlice gözyaşı dökeceğini göreceksin ve nerede hata yapmış olabileceğini düşüneceksin. bir yandan da gizlice gözyaşı dökmesini becerebilecek makineler, bilgisayarlar yapmaya çalışacaksın! bütün bunların dışında, sen de bulduğun ilk fırsatta, gizlice gözyaşı dökeceksin...
anlamaya çalıştıklarını, her kavramı bile, insanlaştırdığının, kişileştirdiğinin farkında değilsin. “evrenin doğuşu” diyorsun, “tanrının öfkesi”, “kraliçe arı”, “sadık köpek/nankör kedi”, “bilgisayarının belleği”, “metal yorgunluğu”... bunu yapmaya mecbursun; başka türlü anlaman ya da anlamaya çalışman mümkün değil. evren’den önce güneş sistemi; ikisinden önce dünya ve kara parçaları; onlardan da önce ülkeler ve şu dağ... hepsinden önce ise, senin dışında sadece gölgen vardı. gölgesi olan bir hayvandın. adım adım kendinden uzaklaştın; evrenin dış kapısına kadar! sonra durdun ve çok uzaklardan kendine bakmak istedin. işte o an fark ettin; gölgenden başlayarak evrenin uçsuz bucaksızlığına kadar her yere sadece kendi özelliklerini koyan ama kendisini fazla umursayamayan bir yaratık olduğunu.
damarlardan hücrelere; hücrelerden atomlara kadar bokunu çıkardığın; her davranışının izahatını yaptığını sandığın bu yaratığın aslında anlayamadığın; hiç de bilemeyeceğin bir yapısı olduğunu fark edeceksin. genlerini kontrol altına alıp en baştan, tamamen istediğin gibi oluşturabildiğin bu yaratığın, bulduğu ilk fırsatta, gizlice gözyaşı dökeceğini göreceksin ve nerede hata yapmış olabileceğini düşüneceksin. bir yandan da gizlice gözyaşı dökmesini becerebilecek makineler, bilgisayarlar yapmaya çalışacaksın! bütün bunların dışında, sen de bulduğun ilk fırsatta, gizlice gözyaşı dökeceksin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder