“serseriler... yanımızda para var mı bay kurgu?”
bay kurgu esnedi. sanki ulaşılamayacak bir uzaklıktaydı.
“para mı? eh, biraz bozukluğumuz var burgu...”
“o zaman hapı yuttuk...” dedi burgu; burnunu çekti. üşüyordu.
serserilerin en zalim görünüşlü olanı, ki liderdi bu zibidi, çok çirkin bir sesle bağırdı:
“köşeye sıkıştınız işte!”
“melankoli duyguları uyandırması icap eden bir müziğe ihtiyacım var benim...” dedi bay kurgu; ceketinin iç cebinden sigara paketini çıkarırken.
“bunun sırası mı şimdi!” dedi burgu; “bence bu vahşilerin elinden kurtulmak için bir plan yapmalıyız...”
“zira kendimi melankoliye kapılmaya çok meyyal hissediyorum...” dedi bay kurgu, sevgilisiyle altı aydır sevişemiyor olmanın maddi manevi huzursuzluğu ve mutsuzluğuyla.
“kötülük yapmakla bir yere varılamayacağını anlatmaya mı çalışsak acaba bu kalın kafalılara...” diye saçmaladı burgu.
bay kurgu serserilere bağırdı:
“jackie chan’i tanır mısınız siz?”
“o bir sinema oyuncusu yaşlı osuruk!” diye cevap verdi serserilerden biri.
“tanıyorlarmış...” diye fısıldadı bay kurgu. cep telefonunu çıkarıp bir numara çevirdi sakince.
jackie chan ile bay kurgu’nun telefon konuşması:
“merhaba jackie...”
“merhaba bay kurgu... n’aber?”
“iyidir... bu gün sinemaya gittim. kısa filmler gösteriliyordu. filmlerden biri çok hoşuma gitti; sana anlatmak isterim...”
“ah, çok sevinirim!”
“şimdi, bir kuş yumurtasından çıkıyor. çıkar çıkmaz annesi ya da babası ona bir solucan getiriyor. bizimki bu solucanı yiyor ve iki kat büyüyor. yuvadan aşağı düşüyor. ağacın dibinde küçük bir kuş var. onu da yiyor. tabii yine iki kat büyüyor. yürümeye başlıyor, bir tavşanla karşılaşıyor; onu da yiyor ve iki kat daha büyüyor. böyle böyle, bir şehre varıyor ve önüne çıkan her şeyi midesine indiriyor; yedikçe de büyüyor. o kadar kocaman oluyor ki, dünyadan uzanıp ayı da yiyor. o da yetmiyor dünyayı ve güneş sistemini, galaksimizi ve evreni, nihayet ana maddeleri, her şeyi ama her şeyi yiyor. geriye sadece kendisi kalıyor. ama çılgın bir kuş bu; karanlığı ve hiçliği de gagalıyor... başarılı da oluyor: hiçliği önce çatlatıyor sonra kırıyor. ne oluyor? şimdi bir kuş yumurtadan çıkıyor...”
“çok güzelmiş... bayıldım doğrusu...”
“bu arada buraya gelsene; serseriler bizi sıkıştırdı...”
“tabii bay kurgu; hemen gelir onları bir güzel pataklarım!”
“iyi bir insansın jackie!”
“hemen geliyorum...”
sonrası:
“adam acayip dövüşüyor bay kurgu...”
“evet, kalbiyle dövüşüyor...”
“kalbiyle?”
“yani, içten... sanırım.. komedinin sırrını çözmüş...”
“evet aslında komik de görünüyor...”
“pekala; gidelim...”
bay kurgu esnedi. sanki ulaşılamayacak bir uzaklıktaydı.
“para mı? eh, biraz bozukluğumuz var burgu...”
“o zaman hapı yuttuk...” dedi burgu; burnunu çekti. üşüyordu.
serserilerin en zalim görünüşlü olanı, ki liderdi bu zibidi, çok çirkin bir sesle bağırdı:
“köşeye sıkıştınız işte!”
“melankoli duyguları uyandırması icap eden bir müziğe ihtiyacım var benim...” dedi bay kurgu; ceketinin iç cebinden sigara paketini çıkarırken.
“bunun sırası mı şimdi!” dedi burgu; “bence bu vahşilerin elinden kurtulmak için bir plan yapmalıyız...”
“zira kendimi melankoliye kapılmaya çok meyyal hissediyorum...” dedi bay kurgu, sevgilisiyle altı aydır sevişemiyor olmanın maddi manevi huzursuzluğu ve mutsuzluğuyla.
“kötülük yapmakla bir yere varılamayacağını anlatmaya mı çalışsak acaba bu kalın kafalılara...” diye saçmaladı burgu.
bay kurgu serserilere bağırdı:
“jackie chan’i tanır mısınız siz?”
“o bir sinema oyuncusu yaşlı osuruk!” diye cevap verdi serserilerden biri.
“tanıyorlarmış...” diye fısıldadı bay kurgu. cep telefonunu çıkarıp bir numara çevirdi sakince.
jackie chan ile bay kurgu’nun telefon konuşması:
“merhaba jackie...”
“merhaba bay kurgu... n’aber?”
“iyidir... bu gün sinemaya gittim. kısa filmler gösteriliyordu. filmlerden biri çok hoşuma gitti; sana anlatmak isterim...”
“ah, çok sevinirim!”
“şimdi, bir kuş yumurtasından çıkıyor. çıkar çıkmaz annesi ya da babası ona bir solucan getiriyor. bizimki bu solucanı yiyor ve iki kat büyüyor. yuvadan aşağı düşüyor. ağacın dibinde küçük bir kuş var. onu da yiyor. tabii yine iki kat büyüyor. yürümeye başlıyor, bir tavşanla karşılaşıyor; onu da yiyor ve iki kat daha büyüyor. böyle böyle, bir şehre varıyor ve önüne çıkan her şeyi midesine indiriyor; yedikçe de büyüyor. o kadar kocaman oluyor ki, dünyadan uzanıp ayı da yiyor. o da yetmiyor dünyayı ve güneş sistemini, galaksimizi ve evreni, nihayet ana maddeleri, her şeyi ama her şeyi yiyor. geriye sadece kendisi kalıyor. ama çılgın bir kuş bu; karanlığı ve hiçliği de gagalıyor... başarılı da oluyor: hiçliği önce çatlatıyor sonra kırıyor. ne oluyor? şimdi bir kuş yumurtadan çıkıyor...”
“çok güzelmiş... bayıldım doğrusu...”
“bu arada buraya gelsene; serseriler bizi sıkıştırdı...”
“tabii bay kurgu; hemen gelir onları bir güzel pataklarım!”
“iyi bir insansın jackie!”
“hemen geliyorum...”
sonrası:
“adam acayip dövüşüyor bay kurgu...”
“evet, kalbiyle dövüşüyor...”
“kalbiyle?”
“yani, içten... sanırım.. komedinin sırrını çözmüş...”
“evet aslında komik de görünüyor...”
“pekala; gidelim...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder