30 Eylül 2007

yüz seksen yedinci sayfanın ilk cümlesi -mim-

hmf tarafından mimlendim. en yakınımda; yatağın yanında iki kitap üst üste duruyor; ben de üsttekini aldım; "brooklyn çılgınlıkları" (paul auster). henüz okumadım kitabı; 187. sayfanın ilk cümlesinde, "kate'i harry öldürdü, işte şimdi açıklıyorum" gibi bi cümle olmasından endişelenerek ilgili sayfayı açtım.
(tesadüfe bak; kitapta hak'katen harry diye bi karakter var.. hay aksi...)
her neyse; cümle:

"elveda tepedeki motel"

evet pek bir şeye benzemiyor; şans işte...
bununla beraber sayfa numarası 468 olsaydı ve bendeki baskıya sahip bir tutunamayanlar cildi (oğuz atay-tutunamayanlar, iletişim yayınları 9. baskı) "el altında" olsaydı işte o tam bir felaket olurdu : 77 sayfa!

mim kaynağı: çarpım tablosu
açıklaması da aşağıda:

1. Yaninizdaki en yakin kitabi alin.

2. Kitabin 187. sayfasini cevirin. (Kitabin sayfa sayisi 187’den buyuk olmali!)
3. 1. cumleyi bulun.
4. O cumleyi blogunuzda postalayin.
5. Bu dediklerimi lutfen en yakininizdaki kitap uzerinde gerceklestirin, favori ya da “cool” oldugunu dusundugunuz bir kitap icin degil.

paslarım: cahil peri, ayyaş blog ve seyrüsefer

devamını göster

28 Eylül 2007

memento

(filmi izlemediysen lütfen okuma çünkü izlemişsindir kabul ederek yazıyorum... (- içine etmeyim keyfinin)
   
 memento'nun dvd'si yayınlandı hem de güzel bir ambalajlamayla/kutulamayla. beş adet de polaroid fotograf süsü verilmiş nane koymuşlar. aslında güzel fikir ama biraz zahmet edip filmde kullanılan fotografları karbonlasalarmış daha iyi olacakmış. en azından daha karizmatik olurdu. hoş bana kalsa direk polaroid fotograf makinesi ve bir kalem koydurturdum... (konuyla alakalı cin fikirlerim için buraya) biraz pahalı olurdu ama tadından yenmezdi. illa kullanmak zorunda da değilsin tabii; ben se7en kutusundan çıkan deftere en ufak bi şey yazmadım?

her neyse; film 10 -15 dakikalık dory (bak: kayıp balık nemo ya da en yakın akvaryum) hafızalı bir adamın şu berbat yaşamda tutunma çabalarını anlatıyor; bildiğin gibi.. bu adama göre karısına tecavüz edip öldüren ve dahi hafızasına darbe vuran dallama john g.'yi bulup öldürmek hayatındaki tek motivasyon. bir motivasyonun sürekliliği için hafıza da maalesef çok gerekli... keşke öyle olmasa ama öyle.. bizimki de ne yapıyor, sistematik dürtülerle asla kaybedemeyeceği "post-it" notları dövme tekniğiyle bedenine işliyor.. ya da işlettiriyor.. her neyse...
bir insanın "lan kimdim ben? neydim? hayatta ne işe yarıyordum" diye, ayda-yüz yılda bir muhasebe yapmasını, bu adamın her ayna karşısına geçtiğinde yaptığını düşünsene...

 

“John G. Raped and Murdered My Wife.” 

filmin montajı, "madem leonard (ya da filmdeki adamım teddy'nin çağırdığı şekliyle lenny) 10 dak'kada resetliyor; öyle yaymış bir halde izleme, seni de bi' görelim" gibi meydan okur cinsten. tabii sadece renkli kısımlar parça parça önceki zamana yolculuk ediyor. siyah beyaz sahneler ise gayet normal, alışıldık biçimde ard arda ilerliyor. zaten sonlara doğru kronolojik olarak filmin tam ortası diye düşünülebilecek yerde siyah beyaz görüntüler renkleniyor...

film (en az) iki kere izlenmeli; ben çok zekiyim bir sefer bana yetti diyen de yoktur ama benim gibi sekiz on kere izleyen dengesizler vardır...
aşağıdaki sahneyi altıncı-malt'ıncı izleyişimde fark etmiştim misal:

 
(..yaklaşık (diyorum) bir saniye falan görünüyor lenny burada) 

dvd görüntüler açısından gayet tatmin edici:) ya evet ben öyle kumlanma mumlanma peşinde değilim; kaymak gibi işte... ses de dts; şahane... 

ekstralar: komik suratlı bi herif, yönetmen christopher nolan'la uzun ve güzel bir röportaj yapıyor. bir de guy pearce isimli kişi bıt bıt konuşuyor... filmin yapım aşamaları, çekimleriyle alakalı hoş bir belgesel ve "yahu bana ne" dediğim; tüm filmi senaryo eşliğinde izleme seçenekleri bulunmakta... 

son olarak şu sahne hakkında aşırı yorumumu da en azından ima etmek istiyorum:

 
 
 

 "Şizofren hastaların beyin tomografisi ve MR gibi radyolojik incelemelerinde beynin bazı bölgelerinde değişiklikler tespit edilmektedir ancak bu değişikliklerin şizofreniye özgü olmadığı bilinmektedir. Yine ölen şizofren hastaların beyin biyopsilerinde beyinde bazı doku değişiklikleri görülmektedir. Bu değişikliklerin de hastalık oluşmadan önce mi olduğu veya hastalığın ortaya çıkşıyla mı geliştiği bilinememektedir." diyor;(populermedikal) 

not: bu yazıyı yazmak neden 4 saat sürdü?
*internet bağlantı hızındaki yavaşlık sorunuyla uğraştım...
*iki üç radyo denedim; pandora kapanmış; launch sıkıcı;lounge-fm gayet iyi ama şarkı isimlerini vs yayınlamıyorlar; last-fm kaldı geriye sağlam; çünkü mp3 silsilem diğer bilgisayarda... *kafam kadar, inek gibi bi sineği kovaladım.. maalesef öldürmek zorunda kaldım çünkü tüm diyalog yolları kapalıydı: ben ışık saçan bir cisim değilim?
*yazı için filmden görüntü almak nedense sorun oldu çünkü gereki yazılımların bulunduğu materyaller o mp3 silsilesini barındıran diğer bilgisayarın hemen yanındaki cd çantasında ve bana yaklaşık 6 km falan uzak... hadi 10 olsun.

devamını göster

26 Eylül 2007

bennnn

*mizah dergilerinde bir süredir moda olan "kısa notlarla, ben ve gözlemlerim" gibisinden tanımlayabileceğim yazılardan pek hazzetmiyorum. ya da bunun moda olmasından hiç hoşlanmıyorum; en son metin üstündağ da bu şekilde yazmaya başladı. ama o metin üstündağ? yine de alpay erdem'e katlanamıyorum ve çok iyi bok yiyorum.
*blog ama bu :)
*bir sürü blog sayfası, blog mlog muhabbetinden geçilmiyor; bu bana bir sürü tv kanalının tv sorunları ve tv teknolojilerinden başka program yapmaması gibi geliyor. elbette herkes dilediğini yapsın; bir şeyler yapmak yapanı, bir şeyler seçmek beni ilgilendirir. (çok güzel cümle oldu sanki bu; buzdolabına yapıştırayım)
*facebook oyuncağı da güzel; belki ölüler de böyle iletişim kuruyorlardır? dün herkese beyaz rus kokteyli (!) gönderdim ve gerçekten o sırada beyaz rus içiyordum... ama ne kadar kötü bir şey değil mi sigara içememek; bir meşrubat kutusuna dokunamamak? (ghost isimli film)
*sigarayı bırakır bırakmaz sigara bırakmanın yöntemini en ince ayrıntısına kadar yazacağım bu da yetmezmiş gibi sigara içen herkesi aşağılayacağım. sanırım çok yakın bir zamanda...
*yeni bilgisayarım beni mallaştırıyor; sniper tüfeğini titretmeden o.çocuğu alman faşisti yere sereyim(call of duty 2) diye oturuyorum ekranın karşısına sonra radyasyonlu topraklarda kişiliğimi ararken (stalker) bir kumarhanede arap şeyhini nasıl öldüreceğimi düşünüyor (hitman) , favori müziklerimi dinleyerek sağda solda gezinen herkesi ezip (gta san andreas) tamamen su altındaki bir şehirde delirmiş tiplerle uğraşıyorum(bioshock). bu arada eşin dostun msn/mayın tarlası hırslarını biliyorum. (bilemek)
*güneşte fazla kalmakla erotism arasında bağlantı var mı?
*o kadar hayranlıkla kitaplarını okuduktan sonra oğuz atay'ın günlüğü beni epey bozmuştu; "insan okunacağını bile bile günlük yazar mı yaav" demiştim; hala da derim. yani bunun edebi bir tür olduğu elbette söylenebilir ama bana ters gelen bi'şeyler var. ben hep ardımda bir çift göz olduğunu hesaplayarak yazacağım ve kendimden ve hayatımdan bahsedeceğim? pekala her hayat kurgudur diyelim o zaman? yok dalga geçmiyorum; diyelim hani... bana uyar.
*çünkü yazmak, insanın -kendisi dahil- hiç kimsenin söyleyemeyeciği bir şeyi duymak (da) demektir ve her sözü herkes duymamalı. yoksa yazmak, çığlık atmak (da) demektir elbette "tanrı bile duysun lan" dercesine. ama "günlük" diyorum işte...
*ben şimdi çok kıllı/kıllanmış/kıllanan bir konuda, çapsız ve belgesiz üstelik ipe sapa eziyet saçmalık derecesinde yazılar yazsam, hatta düpedüz zırvalasam, blogger'ı kapattırabilir miyim? insan bazen devleti bir dizine, büyük patron'u bir dizine oturtup denize bakmak istiyor...
*bundan daha kötüsü ben hakikatin dizine oturup denize karşı yazsam=? "hadi kapa blogger'ı akşam oldu; televizyonu açıp haberleri seyredeceğiz"

devamını göster

05 Eylül 2007

aydaki balina

şu “aya çıktık” muhabbetine anlam veremiyorum; ben aya falan çıkmadım (bir gün çıksam, dünyaya karşı rakı içmek isterdim) şunu da arada belirteyim; aya gitme konusu bana olanaksız gelmiyor; sadece bununla ilgili çalışmak gerek.

dediğim gibi, en azından henüz- aya seyahat etmiş falan değilim. ama birisi sorduğunda “insanlığın başarıları neler?” diye hemen saymaya başlıyorsun; yok aya çıktık, yok elektriği keşfettik; hastalıklara çare bulduk… kendini birden seksen iki ciltlik insanlık tarihi ansiklopedisinin kahramanı sanıyorsun.
her an elinin altında olan şeyler gurur veriyor sana; vay be diyorsun ne kadar ilerledik! bu sadece bilim tırıvırılarında değil; bir çok şeyde böyle. şampiyon olduk, yunanı denize döktük, avrupa birliğine girdik, gün geçtikçe daha bir ahlaksız olmaya başladık vs vs vs… yok, değil öyle işte… benim bunların hiçbiriyle alakam yok; aya da çıkmadım “yunan”ı da itmedim denize…
sadece başlıkları biliyoruz o halde. ve elbette en etkileyici başlıkları. şunu mutlaka düşünmüşsündür, saf doğada, çırılçıplak, hayatta kalmayı başarabilir miydin? ilk etapta aklıma, odun kırmak, birşeyleri yakmaya çalışmak, kendimi savunmak için silah yapmak vs geliyor. tamam çok zekisin, öpüyorum yanaklarından ama senin de aklına buna benzer şeyler geliyor; taa en başa döndün işte; aslında bi boktan çaktığımız yok…
oysa biraz önce aya çıkmış, tokalaşmak suretiyle veri aktarımı gerçekleştirmiş, daha bir sürü “acayip” şeyler dünyasında, hiper şeker bi canlıydım?
oldukça muhterem bir kişi, içinde bulunduğum topluluğa “ortaçağ adamı mı daha çok şey biliyor yoksa siz mi?” diye sormuştu. insan kendine yediremiyor; elbette ben daha çok şey biliyorum diye. düşünsene adamın –ortaçağdaki- “gezegende bilinenler” listesi kaç maddeyse artık; benim listem devasa! ve o adam örneğin biri hastalanıp öldüğünde “hastalandı öldü” diye –doğru- bir şey söylerken ben hangi hastalıktan öldüğü konusunda da bilgili olmalıyım. yani, eğer bir sidik yarıştırma (kim daha çok "şey" biliyor?) söz konusu ise. [elbette böyle bir zorunluluğum yok günlük yaşamda; her şeye yetişemem ki!]
bu kolektif mastürbasyon “aya çıkmak” gibi bir konuda sana pek zararsız, “ya iyi de orada demek istenen, insanlık olarak...” cart curt laflarıyla soslu bir geçiştirme havası estirebilir. ama çok hassas noktalar da var: “biz özgürlüğümüz uğruna kanlar döktük; bin türlü acıdan geçtik” deyip gururla arkama yaslandığımda bir bok yemiş olmuyorum aslında. burnum bile kanamıyor! “dedem, babam ve ben beraber çarpıştık” demek gibi bir şey bu; çocukça.. "hayır, kan döken dedemdi; böylece babama büyük bir fedakarlıkla yaşama ortamı hazırladı ve babam da eşeklik etmeyerek beni yetiştirdi; şimdi ben de “şunu bunu” yapıyorum ki çocuğum salak ve zavallı olmasın…"
kendini, dedesinin yaptıklarını yapmış hisseden biri, en basit açıklamayla ruh hastasıdır ve hayata yansıması-karışması-müdahil olması tam bir felakettir. e yani, “ayda manzara ne güzeldi” diye hayal kursam; neil armstrong’un torunu olsam? demezler mi adama “dingil; madem öyle sen de mars’ı hedefle, salak salak otuzbir çekeceğine!”
belki de birilerinin demesi gerek.

-->bir insan tek bir kişi olarak aslında tüm insanları temsil eder; en basiti: birinin hayatını kurtarırsan insanlığın hayatını kurtarırsın.
ama işte bunlar “bir şey yapmak” demektir; aptalca kendini kandırmak değil.


devamını göster

02 Eylül 2007

g o l d i e 7

goldie ağustos ayı raporu:
*yeni aldığım ve sadece 4 defa kullandığım ayakkabımı kullanılamaz hale getirdi.
*varoluş amacının birşeyler yemek ama ne olursa yemek olduğunu düşünüyorum.
*kardeşimin sigara paketini parçaladı ve sigaraların üzerine işedi; hoş bir mesaj.
*neden bizimle beraber yemeğe oturmadığını bir türlü çözemedi sanırım; her defasında bu durum onu çok sinirlendiriyor.
*google türkçe sayfalarda en başta çıkıyor:)


































devamını göster