yıllar önce defalarca okuduğum bu kitabı uzun zaman sonra bu gün tekrar okudum. parantez yayınlarından çıkmış kitap ama ne baskı yılı ne kaçıncı baskı olduğu yazıyor. önsözünde can barslan'ın, "(..) o zamanlar limon, şimdi deli dergisinde..." gibi bir laf ettiğini düşünürsek; daha leman ortada yok hani...
kitabın "his market" başlıklı yazısından:
(...)
şimdi, demokrasi ile yeni çarpışmış (bulgar göçüğü) arkadaşlarımız için hazırladığım uygulamalı his rehberine geçelim. bu rehberden yararlanarak, içinde bulunduğunuz ruh haline bir isim koyabilirsiniz. hadi gene boris yeltsiniz ulan, keranacılar!..
evdesiniz. evde sizden başka kimseler yok, sanıyorsunuz. elektrikler de kesik üstelik... bu nedenle bulaşık makinanız laftan anlamıyor. tabii mecburen bulaşığı elde yıkıyorsunuz. buraya kadar anlaştık mı?.. güzel...
irkilme: bulaşık yıkarken neşeli bir türkü söylüyorsunuz. ancak o da ne! odadan bir çift el türkünüze tempo tutmaya başlıyor. evet, irkiliyorsunuz.
korku: türkü bitince, içerden gelen ses de kesiliyor. arkanızdan yavaşça yaklaşan bir sessizlik.
şaşkınlık: tam, yaklaşan sessizliğin yaklaşan sesten daha iyi olduğunu düşünüp rahatlıyorsunuz ki, bir takım dudak hafifçe kulak memenizi öpüyor. karınız eve erken dönmüş; şaşırdınız.
heyecan: bir süre sonra, kulağınızda yumuşak ve nemli bir dil gezinmeye başlıyor. kalbiniz, kendini yırtarcasına atmakta. işte heyecan, işte deve. ya atlarsın ya bulaşığa devam edersin.
sevinç: az sonra neler yaşayacağınızı düşünüp, hoş bir aceleyle arkanızı dönüyorsunuz.
dehşet: hasttiiir!..bu adam da kim?!
tiksinme: elinizdeki deterjanlı süngeri, az önce ıslanan kulağınıza sokasınız geliyor. sokuyorsunuz.
öfke: kulağınız acıyor. faturayı dolaylı yoldan, kulağınızı emen yabancıya çıkarıyorsunuz. afferim! çatalı tam yerine batırdınız.
üzülme: herif, acı içinde kıvranan bir kurbanlık koyun gibi, gözünüzün içine baka baka geberiveriyor.
pişmanlık: tüh be!.. ölmesi de gerekmiyordu aslında... hem... hem belki de... ulan, belki zevkli bile olurdu yaa!..
***
bu aralar mizah dergilerinde moda olan "çevremde ve dünyada olan bitenlere bakış açımla değindim; çok komik-enteresan bir bakış açısına sahip olduğum için de herkesle paylaşmak istiyorum" diye özetleyebileceğim; her zaman olmasa da genellikle "lan bi sus!" diye okuduğum yazıları yazanlar da onları çok sevenler de muhtemelen kem-ken'i "demode" bulacaklardır; diye düşünmeden edemiyorum.
her hafta penguen'de "patates baskı" köşesindeki ?*#!!$ şeyleri gördükçe yazıklar olsun diyorum... "yahu sen kaç yaşındasın; madem cep telefonlarında (ve tüm tuşlu telefonlarda aslında) beş tuşundaki kabartmayı sorgulayacak bir seviyedesin; ne halt yemeye "mizah" dergisinde yazıyorsun" diyorum mesela; "neden restoranlarda şarapta tadım yaptırılıyor da, rakıda yaptırılmıyor; onun da bir sürü çeşidi çıkmadı mı?" gibi bir laf bir mizah yazısında kullanılabilir; ne bileyim salağın biri bunu sorar diğeri komik bir cevap verir... ama bu "tespit"; "öyle değil mi ne salakça" diye bir söz de söyleyen bu soru; "has'tir lan, git kumda oyna" dedirtiyor insana...
ben hayran olmak istiyorum; "vay be adama bak" demek istiyorum. o ünlü karikatürcü'nün (malesef hatırlamıyorum ismini) vapurda, köşesini okuyan vatandaşı izlerken heyecanlanması ve bakalım benim sayfamda nasıl bir reaksiyon verecek diye beklemesi; vatandaşın o sayfaya geldiğinde neşeyle gülmesi ama her karikatürden sonra okkalı bir küfür basması hikayesindeki vatandaş gibi küfretmek istiyorum; "siktir çekmek" değil isteğim hani...
metin üstündağ'ın, selçuk erdem'in, yiğit özgür'ün karikatürlerine deli gibi güldükten sonra küfrediyorsan demek istediğimi anlıyorsundur.
fatih solmaz, bahadır baruter'le ortaklaşa sundukları "lombak" karikatürlerinden dolayı da çok küfür (!) yemiştir; bunu da teslim etmeli...