16 Ekim 2007

hayat bilgisi - kemal kenan ergen (kem-ken)

yıllar önce defalarca okuduğum bu kitabı uzun zaman sonra bu gün tekrar okudum. parantez yayınlarından çıkmış kitap ama ne baskı yılı ne kaçıncı baskı olduğu yazıyor. önsözünde can barslan'ın, "(..) o zamanlar limon, şimdi deli dergisinde..." gibi bir laf ettiğini düşünürsek; daha leman ortada yok hani...




kitabın "his market" başlıklı yazısından:

(...)
şimdi, demokrasi ile yeni çarpışmış (bulgar göçüğü) arkadaşlarımız için hazırladığım uygulamalı his rehberine geçelim. bu rehberden yararlanarak, içinde bulunduğunuz ruh haline bir isim koyabilirsiniz. hadi gene boris yeltsiniz ulan, keranacılar!..

evdesiniz. evde sizden başka kimseler yok, sanıyorsunuz. elektrikler de kesik üstelik... bu nedenle bulaşık makinanız laftan anlamıyor. tabii mecburen bulaşığı elde yıkıyorsunuz. buraya kadar anlaştık mı?.. güzel...

irkilme: bulaşık yıkarken neşeli bir türkü söylüyorsunuz. ancak o da ne! odadan bir çift el türkünüze tempo tutmaya başlıyor. evet, irkiliyorsunuz.

korku: türkü bitince, içerden gelen ses de kesiliyor. arkanızdan yavaşça yaklaşan bir sessizlik.

şaşkınlık: tam, yaklaşan sessizliğin yaklaşan sesten daha iyi olduğunu düşünüp rahatlıyorsunuz ki, bir takım dudak hafifçe kulak memenizi öpüyor. karınız eve erken dönmüş; şaşırdınız.

heyecan: bir süre sonra, kulağınızda yumuşak ve nemli bir dil gezinmeye başlıyor. kalbiniz, kendini yırtarcasına atmakta. işte heyecan, işte deve. ya atlarsın ya bulaşığa devam edersin.

sevinç: az sonra neler yaşayacağınızı düşünüp, hoş bir aceleyle arkanızı dönüyorsunuz.

dehşet: hasttiiir!..bu adam da kim?!

tiksinme: elinizdeki deterjanlı süngeri, az önce ıslanan kulağınıza sokasınız geliyor. sokuyorsunuz.

öfke: kulağınız acıyor. faturayı dolaylı yoldan, kulağınızı emen yabancıya çıkarıyorsunuz. afferim! çatalı tam yerine batırdınız.

üzülme: herif, acı içinde kıvranan bir kurbanlık koyun gibi, gözünüzün içine baka baka geberiveriyor.

pişmanlık: tüh be!.. ölmesi de gerekmiyordu aslında... hem... hem belki de... ulan, belki zevkli bile olurdu yaa!..

***
bu aralar mizah dergilerinde moda olan "çevremde ve dünyada olan bitenlere bakış açımla değindim; çok komik-enteresan bir bakış açısına sahip olduğum için de herkesle paylaşmak istiyorum" diye özetleyebileceğim; her zaman olmasa da genellikle "lan bi sus!" diye okuduğum yazıları yazanlar da onları çok sevenler de muhtemelen kem-ken'i "demode" bulacaklardır; diye düşünmeden edemiyorum.
her hafta penguen'de "patates baskı" köşesindeki ?*#!!$ şeyleri gördükçe yazıklar olsun diyorum... "yahu sen kaç yaşındasın; madem cep telefonlarında (ve tüm tuşlu telefonlarda aslında) beş tuşundaki kabartmayı sorgulayacak bir seviyedesin; ne halt yemeye "mizah" dergisinde yazıyorsun" diyorum mesela; "neden restoranlarda şarapta tadım yaptırılıyor da, rakıda yaptırılmıyor; onun da bir sürü çeşidi çıkmadı mı?" gibi bir laf bir mizah yazısında kullanılabilir; ne bileyim salağın biri bunu sorar diğeri komik bir cevap verir... ama bu "tespit"; "öyle değil mi ne salakça" diye bir söz de söyleyen bu soru; "has'tir lan, git kumda oyna" dedirtiyor insana...
ben hayran olmak istiyorum; "vay be adama bak" demek istiyorum. o ünlü karikatürcü'nün (malesef hatırlamıyorum ismini) vapurda, köşesini okuyan vatandaşı izlerken heyecanlanması ve bakalım benim sayfamda nasıl bir reaksiyon verecek diye beklemesi; vatandaşın o sayfaya geldiğinde neşeyle gülmesi ama her karikatürden sonra okkalı bir küfür basması hikayesindeki vatandaş gibi küfretmek istiyorum; "siktir çekmek" değil isteğim hani...
metin üstündağ'ın, selçuk erdem'in, yiğit özgür'ün karikatürlerine deli gibi güldükten sonra küfrediyorsan demek istediğimi anlıyorsundur.

fatih solmaz, bahadır baruter'le ortaklaşa sundukları "lombak" karikatürlerinden dolayı da çok küfür (!) yemiştir; bunu da teslim etmeli...

15 Ekim 2007

15 ekim: "blog action day"

çalışmıyoruz'dan duydum; böyle bir "hareket" varmış.

pekala; ben aynen böyle düşünüyorum:

13 Ekim 2007

g o l d i e 8

goldie ve dünyanın geri kalanı:


devamını göster

her şeyin güzel olduğu gün

o gün biz hiç bir şey yapmadık aslında. o gün sadece durduk. biraz güldük ama neye güldük hatırlamıyorum. biri vardı; şeye benziyordu, birine, ama kime? onun, orada olması bize mutluluk verdi. şakalaştık; biri bir şeylerden bahsetti. sanki biri de sırtıma mı omzuma mı dokunmuştu?
hatırlar gibiyim.
çok güzel bir gündü.

11 Ekim 2007

düşen adam

düşen adamın elinde bir elektrik faturası var. asla ödeyemeyeceği bir borç görünüyor. hata yapmışlar belli ki. itiraz etmeye kararlı zaten. faturayı pantolonunun arka cebine koyuyor ve cep telefonunu çıkarıyor. elektrik idaresinin numarasını tuşluyor. “ben düşüyorum yahu ne faturası şimdi böyle… olacak şey değil hani!” diyor elektrik idaresi baş müdürüne. “ama bakın şimdi de telefon idaresine borç yapıyorsunuz? demek ki siz bir şekilde devletin ya da özel teşebbüslerin hizmetlerinden yararlanabiliyorsunuz...” diyor baş müdür, telefonunun koyu yeşil kablosuyla oynarken. boş yere müdür yapmamışlar adamı. en basitinden düşmüyor: koltuğunda oturuyor; masasının başında… “benim elektrikli bir eşyam yok ki ama yok ki yok ki!” diyor düşen adam. “beyefendi fatura size ulaştırılmış işte… üstünde de sizin adınız yazıyordur… biz idare olarak elektriğin hangi yolla kullanılmış olmasıyla ilgilenmeyiz… bir şekilde kullanmışsınız işte…” diyor baş müdür.

devamını göster

09 Ekim 2007

bir sean penn filmi ve diğer şeyler


ernest borgnine'in oynadığı bu kısa film; "september 11" isimli, derlemeden. filmin özel bir ismi yok ( ya da ben bulamadım). elbette 11 eylül olaylarıyla alakalı kısa filmlerden bir derleme bu; oldukça farklı kıtalardan-ülkelerden yönetmenlerin bu olaylara bakışı bir araya getirilmiş.
filmi dvd'den izlemiştim ve "sinema filmi sinemada izlenir" görüşünün bazı filmler için ne kadar da doğru olduğuna düpedüz bir kanıt bulmuştum. derlemenin meksika bölümünde alejandro gonzález iñárritu (babil, 21 gram, köpekler ve aşklar filmlerinin yönetmeni) filmini sadece sinema izleyicisine yönelik yapmış. başka bir ortamda izlenmesi mümkün elbette ama film amacını oldukça yüksek oranda kaybediyor. yani, youtube'dan filmi bulmaya falan bu yüzden gerek yok, anlamsız olur. (anlamsız manlamsız ben merak ettim diyorsan işte bir alejandro gonzález iñárritu filmi) uzun süren (hatta özellikle uzun) simsiyah bir ekran bu; ses konusunda oldukça çalışılmış; işte bu noktada sinema salonunda film izleme gerekliliği ortaya çıkıyor.

devamını göster

07 Ekim 2007

geçmiş günlerden bir sıkıntı gölgesi

tobayos ripper: hitman. ensesinde barkot var. zamanında programlamışlar. nereden baksan onbeş yirmi kilobayt biri. sözde görevleri var. yardımcı oluyorsun. kendini kaptırmamak kaydıyla özdeşim bile kuruyorsun. bir sürü kb adam öldürüyorsun. "fare"nin ucunda kontrolü..

adamın birini vurdum. uzi. öldü. boş bir ambar gibi bir yerde. yaklaşık iki yüz mermim var. durdum başında. yerdeki cesete sıktım yaklaşık iki yüz mermi. kimse gelmedi; ne yapıyorsun diye sormadı.

sonra oyundan çıktım. tobayos koma. bilgisayarı kapatıp uyudum.

(2002)