dedem kesinlikle terzi falan değildi ve tabii ki sırf bu yüzden pantolonun arka cebini icat eden kişi de değildi. kesin olan şu ki, bir sabah, yoğun geçeceğinden korkulan bir günün sabahı, o kadar çok evrak, belge, fatura ıvır zıvır taşıması icap etmişti ki, şaşkınlık içinde pantolonun arka cebini keşfederken bulmuştu kendini.
kendimden tiksinir gibi oluyorum. zavallı adam öleli neredeyse on yıl oldu. kalkmış ipe sapa gelmez iftiralar atıyorum manevi şahsiyetine... nasıl savunabilirim ki kendimi? hangi amaca hizmet ettiğimin bile farkında değilim henüz... bununla beraber, dedemin yaşanmamış gününü anlatma isteği duyuyorum. çevremde, dedeleriyle yaşadıklarını ya da sadece dedelerinin yaptığı şeyleri anlatıp, hava atan insanların yanında ezilip büzülmekten sıkıldım doğrusu. elbette benim de dedem bir sürü halt karıştırmış. kurtuluş savaşında , kendi payına düşen düşman askerlerini denize itmekten, benim şu anda var olmama neden olan yağ, şeker, tuz karışımını hazırlayıp kullanmaya kadar bir sürü önemli şey... ne var ki, bu ülkedeki tüm dedeler de söz birliği etmişçesine zaten ilk önce bunları yapmışlar... daha sonra kendilerine dönmüşler ve işte, batıdan bir şeyler getirmişler, kimsenin o sıralar beş kuruş değer biçmediği arsaları satın alma avanaklığını gösterip uzun vadede delicesine zenginleşmişler ya da vali falan olmuşlar... dedemle alakalı hatırladığım en eski ve beni etkileyen şeyi ise anlatmak bana zor geliyor doğrusu. sadece şu kadarını anlatabilirim ki, yıllar önce, kadınlar hamamı vizemizin bile geçerli olduğu yaşlarımızda, kardeşimle beraber (tabii ki erkekler hamamında) dedemi gözlemlemiş ve onun hakikaten de saygıya değer, yüce bir kişiliği olduğuna karar vermiştik... her neyse; ben dedemin yaşanmamış gününü anlatmalıyım şimdi...
dedemin, pantolonunun arka cebini keşfetmesi karşısında şaşkınlığa düşmesi şaşılacak bir şey gibi görünse de, aslında dedemin oldukça dalgın ve kendi halinde bir insan olduğu yalanını söyleyerek bu şaşkınlığı bertaraf edebilirim sanırım... evet dedem dalgın bir insandı ama genellikle dünyevi, aslında pantolonun arka cebi denli önemsiz konularda bu özelliği ortaya çıkardı. tabii ki bu pantolon olayı gerçekleştiğinde annem bile ortalıkta olmadığından sanırım tarihsel değerleri sadece bir zamanlar yazılmış olmalarından kaynaklanan bazı belgelere başvurmam gerekiyor.
teyzelerimden birinin tuttuğu günlükte yazılanlara göre olaylar şöyle gelişmiş:
kıymetli günlük; babam bu sabah ne kadar da telaşlıydı öyle değil mi? evet oldukça telaşlıydı çünkü vatanımız dahilinde yüce hükümetimizin aldığı bir kararla beraber tüm yurttaşların evraklı yaşama geçmesinin ilk ayı bu gün sona eriyordu. halbuki geçen gün ne kadar da neşeli ve heyecanlıydık... artık biz de medeni batı uygarlıkları gibi belgelerle ve faturalarla yaşamanın ilk sonuçlarıyla karşılaşacaktık... on beş gündür annemin itinayla kuran-ı kerim içinde sakladığı su, elektrik faturalarının son ödeme günü öncesi (yani dün akşam) yemek esnasında babamın elleri ödevini yarın teslim edecek bir acar öğrenci denli titriyordu. ama ya bu sabah! allah’ım o ne telaş öyle; zavallı adam kahvaltısını bile tam yapamadı.
mukaddes günlük; babamın halini görmeliydin... evde ne kadar evrak varsa hepsini masanın üzerine istifledi. sadece faturaları götürmesinin yeterli olacağını ona bir türlü anlatamadık... ne olur ne olmaz, diyerekten, evin tapusuna kadar, geçen ay başı verilen ne kadar evrak varsa ceplerine doldurmaya başladı. ama beni en çok güldüren ne oldu biliyor musun; tüm cepleri dolup da elinde sadece faturalar kalınca yüzüne yayılan o şaşkınlık! hele daha sonra annemle bir tartışma gerçekleşti ki görmeliydin! ama annemle diyalogunu yazmayacağım çünkü biraz önce ablamın günlüğünü karıştırırken gördüm, o her şeyi olduğu gibi yazmış. zaten işi gücü laf dinlemek... her neyse, merak ediyorsan ablamın günlüğüne bak... ben yatıyorum; allah rahatlık versin meraklı günlük...
aile kitaplığımızın ilgili bölümünde bulunan, diğer teyzemin günlüğündeki diyalogu da aktarıp, dedemin ruhunu rahat bırakmak istiyorum doğrusu...
babam elindeki faturaları anneme doru salladı. oldukça şaşkın görünüyordu.
-hanım; bunlar kaldı?
-onlar kalır mı hiç; asıl önemli olanlar onlar... laf dinlemiyorsun ki!
-siz bilmezsiniz, devlet işlerinde neyin ne derece mühim olabileceğini... lakırdını sorunuma meyletmezsen asabiyetimi sol gözüne meyledeceğim haberin olsun!
-tamam tamam kızma, hele bir dur, sakin ol... ceketinin iç cepleri de mi doldu?
-doldu ya! tüm ceplerim doldu! böyle mendil gibi taşınmaz ki bu mühim evraklar?
-arka cebin?
-nasıl? hangi cebim?
-pantolonunun arka cebi, diyorum;onlar da mı doldu?
-pantolonum mu? hay Allah ,bir yaşıma daha girdim... burada da cep olur muymuş yahu?
hepimiz gülmemek için kendimizi sıkarken babam başını sallaya sallaya evden çıkmıştı bile...
kendimden tiksinir gibi oluyorum. zavallı adam öleli neredeyse on yıl oldu. kalkmış ipe sapa gelmez iftiralar atıyorum manevi şahsiyetine... nasıl savunabilirim ki kendimi? hangi amaca hizmet ettiğimin bile farkında değilim henüz... bununla beraber, dedemin yaşanmamış gününü anlatma isteği duyuyorum. çevremde, dedeleriyle yaşadıklarını ya da sadece dedelerinin yaptığı şeyleri anlatıp, hava atan insanların yanında ezilip büzülmekten sıkıldım doğrusu. elbette benim de dedem bir sürü halt karıştırmış. kurtuluş savaşında , kendi payına düşen düşman askerlerini denize itmekten, benim şu anda var olmama neden olan yağ, şeker, tuz karışımını hazırlayıp kullanmaya kadar bir sürü önemli şey... ne var ki, bu ülkedeki tüm dedeler de söz birliği etmişçesine zaten ilk önce bunları yapmışlar... daha sonra kendilerine dönmüşler ve işte, batıdan bir şeyler getirmişler, kimsenin o sıralar beş kuruş değer biçmediği arsaları satın alma avanaklığını gösterip uzun vadede delicesine zenginleşmişler ya da vali falan olmuşlar... dedemle alakalı hatırladığım en eski ve beni etkileyen şeyi ise anlatmak bana zor geliyor doğrusu. sadece şu kadarını anlatabilirim ki, yıllar önce, kadınlar hamamı vizemizin bile geçerli olduğu yaşlarımızda, kardeşimle beraber (tabii ki erkekler hamamında) dedemi gözlemlemiş ve onun hakikaten de saygıya değer, yüce bir kişiliği olduğuna karar vermiştik... her neyse; ben dedemin yaşanmamış gününü anlatmalıyım şimdi...
dedemin, pantolonunun arka cebini keşfetmesi karşısında şaşkınlığa düşmesi şaşılacak bir şey gibi görünse de, aslında dedemin oldukça dalgın ve kendi halinde bir insan olduğu yalanını söyleyerek bu şaşkınlığı bertaraf edebilirim sanırım... evet dedem dalgın bir insandı ama genellikle dünyevi, aslında pantolonun arka cebi denli önemsiz konularda bu özelliği ortaya çıkardı. tabii ki bu pantolon olayı gerçekleştiğinde annem bile ortalıkta olmadığından sanırım tarihsel değerleri sadece bir zamanlar yazılmış olmalarından kaynaklanan bazı belgelere başvurmam gerekiyor.
teyzelerimden birinin tuttuğu günlükte yazılanlara göre olaylar şöyle gelişmiş:
kıymetli günlük; babam bu sabah ne kadar da telaşlıydı öyle değil mi? evet oldukça telaşlıydı çünkü vatanımız dahilinde yüce hükümetimizin aldığı bir kararla beraber tüm yurttaşların evraklı yaşama geçmesinin ilk ayı bu gün sona eriyordu. halbuki geçen gün ne kadar da neşeli ve heyecanlıydık... artık biz de medeni batı uygarlıkları gibi belgelerle ve faturalarla yaşamanın ilk sonuçlarıyla karşılaşacaktık... on beş gündür annemin itinayla kuran-ı kerim içinde sakladığı su, elektrik faturalarının son ödeme günü öncesi (yani dün akşam) yemek esnasında babamın elleri ödevini yarın teslim edecek bir acar öğrenci denli titriyordu. ama ya bu sabah! allah’ım o ne telaş öyle; zavallı adam kahvaltısını bile tam yapamadı.
mukaddes günlük; babamın halini görmeliydin... evde ne kadar evrak varsa hepsini masanın üzerine istifledi. sadece faturaları götürmesinin yeterli olacağını ona bir türlü anlatamadık... ne olur ne olmaz, diyerekten, evin tapusuna kadar, geçen ay başı verilen ne kadar evrak varsa ceplerine doldurmaya başladı. ama beni en çok güldüren ne oldu biliyor musun; tüm cepleri dolup da elinde sadece faturalar kalınca yüzüne yayılan o şaşkınlık! hele daha sonra annemle bir tartışma gerçekleşti ki görmeliydin! ama annemle diyalogunu yazmayacağım çünkü biraz önce ablamın günlüğünü karıştırırken gördüm, o her şeyi olduğu gibi yazmış. zaten işi gücü laf dinlemek... her neyse, merak ediyorsan ablamın günlüğüne bak... ben yatıyorum; allah rahatlık versin meraklı günlük...
aile kitaplığımızın ilgili bölümünde bulunan, diğer teyzemin günlüğündeki diyalogu da aktarıp, dedemin ruhunu rahat bırakmak istiyorum doğrusu...
babam elindeki faturaları anneme doru salladı. oldukça şaşkın görünüyordu.
-hanım; bunlar kaldı?
-onlar kalır mı hiç; asıl önemli olanlar onlar... laf dinlemiyorsun ki!
-siz bilmezsiniz, devlet işlerinde neyin ne derece mühim olabileceğini... lakırdını sorunuma meyletmezsen asabiyetimi sol gözüne meyledeceğim haberin olsun!
-tamam tamam kızma, hele bir dur, sakin ol... ceketinin iç cepleri de mi doldu?
-doldu ya! tüm ceplerim doldu! böyle mendil gibi taşınmaz ki bu mühim evraklar?
-arka cebin?
-nasıl? hangi cebim?
-pantolonunun arka cebi, diyorum;onlar da mı doldu?
-pantolonum mu? hay Allah ,bir yaşıma daha girdim... burada da cep olur muymuş yahu?
hepimiz gülmemek için kendimizi sıkarken babam başını sallaya sallaya evden çıkmıştı bile...
sihirli bir sözcüğüm var; çanta :) erkekler niçin genelde çanta kullanmaktan hoşlanmazlar?
YanıtlaSil