ilk olarak, her gün tv karşısında geçirdiğin ortalama dakika süresini 180 ile çarpman gerek. çıkan sonuç önemli mi önemsiz mi ben bilemem; kimse bilemez. bu süreyi azaltabilir ya da “ne kadar da az izliyormuşum dünyadan haberim yok” deyip çoğaltabilirsin. dünyadan haberinin olmaması ya da olması ise tv ile bağlantısında aslında pek dingildek durumda. bu tamamen televizyonu nasıl kullandığınla ilgili. sen mal isen bir mal değneği bulacaksındır mutlaka…
altı ay tv izlemediysen, sağda solda “bırrr!” diye gezen arkadaşları ilk gördüğünde “n’oluyo be?” diyeceksin. (tekrarlandıkça alışacak bununla beraber ne olduğunu sorup öğrenecek duruma geleceksindir; bende öyle oluyor). beş para etmez dizilerde abuk sabuk ve sinir bozucu karakterlerin garip reaksiyonları milletin ağzına bulaştığında, kendini biraz dışlanmış hissedeceksin. ( mal mısın sen ya; bilmiyor musun burhan’ı?)
kim mal kim mal değil buna kim karar verecek peki?
(az sonra!)
reklam, dizi ve kimin siki kimde magazin muhabbetlerinden değil de gerçekten olan biten, “haber” olması gereken şeylerden habersiz kalmamak isteniyorsa özellikle uzak durmalı televizyondan. “insanlar tuhaflaştı, vahşi yaratıklara dönüştü” diye haber yapan haberciler (hepsi; muhabirinden, kameramanına, montajcısından ışıkçısına hepsi) tuhaf, vahşi yaratıklar meydana getiriyorlar. benim aklım sadece bir müzisyenle ya da direk müzikle ilgili bir haberde fon müziği kullanmayı kabul edebiliyor; hayır her haberin arkasında bangır bangır müzik var. müzik ile bir sorunum var evet; bu ülkede tıngırdayan şeyle daha doğrusu. bir adam kanser olmuş ölüyor arkada mohikanların sonuncusu çalıyor; türk askeri sınır ötesi harekat yapacak arkada görevimiz tehlike; gezegende felaket yaşanıyor deep impact filminden bir sahne izliyorum. “sen görüntüde can çekişen çocukla alakalı duygusal bağı kuramazsın ben alttan müzik vereyim de seni kıvama sokayım” diye düşünüyorlar sanırım. uzun yıllar sonra başarılı habercilerimiz, götlerindeki kıllar kadayıf olmuş halde röportaj verecekler; “böyle yapılmaması gerekir(di)” diye. kim diyecek bunu; ölen insanlar için “bilanço” tabirini kullanan, her türlü olayı “gelişme” olarak gösteren, işe yaramaz “tip”leri, “kahraman” gibi, “sanatçı” gibi, “adammış” gibi tanıtan o ciddi haberci. diğeri ve öbürü; hepsi…
“normallik kolektif deliliktir” demişti, derse giren akademisyen, ilgilenmediğim bir psikoloji dersinde. işte bu, “kim mal?” sorusuna biraz açıklık getiriyor.
reklam yayınlayan bir “ana haber” programı elbette her felaketi, ölümü “gelişme” diye sunacaktır; her ölüm tabii ki “bilanço” hesabında yerini alır. leş yiyicilik peşinde koşma derecesinde aşağılık bir insan olmak gerekiyor sanırım… fazlasıyla sululuk var yaptıkları işlerde. ben çocukken televizyondaki en sıkıcı şey haberlerdi. “ajans başlayacak” uyarısı herkesi sustururdu. eh, haber olan şeyler de genellikle sıkıcıdır…
yok öyle bir derdim; “ben tv izlemiyorum” havasıyla beslenen. beni yükseltmiyor tv izlememek. genellikle yemek zamanlarına denk gelen haberlerle karşılaşıyorum ve her defasında hayretler içinde kalıyorum.
elbette televizyonda binlerce seçenek var; diziler, filmler, belgeseller, müzik yayınları vs vs… harika bir olanak kutusu aslında. o kadar keyifli ki, ana haber bültenini sunan üç kağıtçı, iki yüzlü, para taklacısı karaktere (ve dolayısıyla tüm ekip arkadaşlarına) “siktir lan yavşak!” demek ve kanalı değiştirmek…
(edit: bu yazı için fon müziği: serdar ateşer, avdet seyri albümünden "medya tavırs") ("çok zor saatlerdi... ama -!!!!- bu gün kansız bitti")
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder