aslında amca mavileşmemiş, sadece biraz morarmış, işte derler ya, bir insanın kendine yaptığı... artık nasıl bir malzeme kullandıysa 15 dakikalık ünlü olma hakkını bu şekilde harcamış oldu.
(galiba andy warhol'un bu sözü yakın zaman sonra "herkesin bir gün 15 dakikalık gizli çekilmiş bir seks kaydı olacak" şeklinde evrilecek. neyse abartmayım, hem konuyla bir ilgisi de yok...). amca için üzgünüm ama bir çözüm yolu üretemeyeceğime göre gülümsemekle yetineceğim. ben o hale düşseydim evden çıkmazdım heralde?
(galiba andy warhol'un bu sözü yakın zaman sonra "herkesin bir gün 15 dakikalık gizli çekilmiş bir seks kaydı olacak" şeklinde evrilecek. neyse abartmayım, hem konuyla bir ilgisi de yok...). amca için üzgünüm ama bir çözüm yolu üretemeyeceğime göre gülümsemekle yetineceğim. ben o hale düşseydim evden çıkmazdım heralde?
her neyse; üst üste iki masal(!) yayınlamak istemezdim aslında; ama haberi görünce aklıma yine 1996(?) günlerinden başka bir masal geldi, aşağıda bir yerlere copy paste yapılmış durumda...
ABD'de cilt hastalığı nedeniyle kocakarı ilacı kullanan yaşlı adam 'Şirin Baba'ya döndü. Yanlış ilaç ve tedavi yöntemi nedeniyle 5-10 yıl içinde cildi mavileşen Paul Karason, doktorların da kendisine çare bulamadığını belirtti. Suya karıştırarak içtiği metalden yapılan maddeyi yüzündeki yarayı iyileştirmek için süren Karason, zaman geçtikçe mavileşen cildine çare bulamadı. Mavi renge bürünen cildi nedeniyle adeta çizgi film kahramanı Şirin Baba'ya benzeyen Paul Karason, mavileşen cildiyle de cilt hastalıkları literatürünün yeni bir vakası olmuş oldu.
habertürk durumu şirinler çizgifilmine bağlamış ve beni şaşırtmayan eğlenceli-sulu haber yapma olayını biraz da aşmış: konuyla alakalı video'nun dörtte üçü şirinler çizgifilmi... (bak işte "normal" haber görüntüsü var)
işte geçmiş günlerden bir masal(!):
bir zamanlar , güneş bile daha ilk bin yıllarını yaşarken , mavisi olmayan bir endüstriyel tasarımcı yaşarmış. bu endüstriyel tasarımcının gerçekten de hiç mavisi yokmuş ve tek mutsuzluk kaynağı da bu eksiklikmiş. kasabanın ileri gelenlerinden tutun da sokaklarında top koşturan sümüklü veletlerine kadar her allahın kulu, mavisiz matruş’a gülerler, bu da yetmezmiş gibi bir de çevresinde dönerlermiş.
günlerden bir gün kasabanın limanına demir atan bir gemiden uzakdoğulu bir tüccar çıkmış. kasabanın meydanında tezgahını açmış ve dünyanın bir ucundan getirdiği birbirinden ilginç mallarını,bağıra çağıra satmaya başlamış. ahali, tüccarın başına toplanmış. neler yokmuş ki tüccarda; iç içe geçmiş yumurtalar, buharlı saatler, pembe bıyıklı tavşanlar....
bizim zavallı matruş da, meraklı ya, kalabalığa karışmış. tüccarın tanıttığı malları ilgiyle takip etmiş.bir ara dikkatini üzerinde mavi yazan bir şişe çekmiş. kalabalıktan çekindiği için de bir türlü o şişede ne olduğunu soramamış.
akşam olup da insanlar evlerine çekilmeye başlayınca, matruş meydana gitmiş tekrar. tüccar kalan mallarını istifliyor, kendi kendine bir türkü mırıldanıyormuş. çevreyi iyice kolaçan eden matruş tüccara yaklaşıp seslenmiş:
“tüccar emmi, tüccar emmi...”
elindeki koca sandığı yere koyan tüccar sesin geldiği tarafa bakmış.
“hele buyur...a-aa!” demiş hayretle, “yahu sen ne kadar da mavisizmişsin böyle! şaştım kaldım doğrusu!”
başını öne eğen matruş sıkıntılı sıkıntılı konuşmuş:
“hee... hiç mavim yoktur benim... allah da beni böyle yaratmış.”
“vay vay vay...” demiş tüccar, “de bakalım ne istersin?”
“ben şey diyecektim tüccar emmi, öğleyin tezgahında, üstünde mavi yazan bi’ şişe gördümdü...işte...” diyebilmiş matruş.
“haa” demiş tüccar, “...o şişe mi? sen o şişenin içinde ne olduğunu sanıyorsun?” diye de sormuş.
“bilmem ki, ne ola?”
“o çok pahalıdır, hem tehlikeli de bir şeydir...” demiş tüccar, matruş’un gözlerinin içine bakarak.
“olsun, pahalı olsun. ben endüstriyel tasarımcıyım, ayda iki bin dört yüz amerikan doları maaş alırım. neyse de ne diye tehlikeliymiş, ne vardır ki içinde?”
“aslında tam senlik... ondan beş günde beş bardak içersen mavin olur. olur olmasına ama nerende nasıl bir mavilik olur bilemem...” demiş tüccar.
“aman aman olsun da neremde olursa olsun!” demiş matruş ve kısa bir pazarlıktan sonra şişeyi satın almış. tam tüccarın yanından ayrılıyormuş ki tüccar arkasından bağırmış:
“dikkat et delikanlı, usulüne uygun kullanmazsan çok pişman olursun!”
“iyi be iyi...” diye söylenmiş matruş, tüccara kulak asmadan.
o gece şişeden bir bardak içen matruş’ta hiç bir değişiklik olmamış. tüm ışıklarını yakıp boy aynasının karşısında çırılçıplak dikilen matruş bu duruma çok bozulmuş.
“beş günde beş bardak ha! aman be!” demiş kendi kendine ve ardı ardına dört bardak daha içmiş. ancak ne fayda ki değişen bir şey olmamış. tüccara küfürler, beddualar ederek yatağına atmış kendini matruş.
ertesi gün, pırıl parlayan bir cumartesi olmasına rağmen derhal meydana koşmuş. ancak tüccardan en ufak bir iz bile yokmuş. akşama kadar meydanı turlasa da tüccarı bulamamış. kazıklandığını düşünerek sinirli sinirli evine gitmiş...
pazartesi sabahı işe gitmeden önce tıraş olmak amacıyla ayna karşısına geçen matruş, şaşkınlıkla fark etmiş ki yüzündeki kılların hepsi masmavi. önce sevinmiş, “artık benim de mavim var yahu!” demiş coşkuyla. ama işine üç günlük sakalla gidemeyeceğini de fark edince ne yapacağını bilememiş. banyoda volta atmaya başlamış. aklına tek gelen çözüm, patronundan yıllık iznini istemek olmuş. işyerine telefon açmış ve kendisini çok seven patronundan on beş gün izin koparmayı başarmış. matruş sevinçle zıplamış ve kendini sokağa atmış.
ahali, matruş’un kasıla kasıla yürümesine bir anlam verememiş, çünkü o gün hava kapalıymış ve matruş’un üç günlük mavi sakalı belli olmuyormuş.
“bakın bakın mavisiz amma da komik yürüyor!” diye dalga geçmiş birkaç kadın. matruş hışımla evine dönerken, “görürsünüz siz, iki gün sonra, ya da dört gün sonra, geceleyin bile masmavi sakalım belli olacak, o zaman görürsünüz!” diyerek sıkmış dişlerini.
üç dört gün sonra bakkaldan ekmek alırken, bakkal matruş’u garip garip süzünce matruş gülümsemiş. ekmeğini alıp dışarı çıktığında yüzünde öyle bir memnuniyet ifadesi varmış ki onu normalde görmeyecek olanlar bile şöyle bir dönüp bakmışlar.
“işte şimdi ben de maviliyim, heyt be!” diye mırıldanırken, bir kadının çığırtısını duymuş:
“sakallı bu be, matruş sakallı!”
sesler birbirine eklenmiş:
“ay bunun sakalı da mı çıkıyo’muş?”
“sakallı matruuuş, sakallı matruuuş!”
matruş evine kaçmış ve tıraş olmuş.
işte geçmiş günlerden bir masal(!):
bir zamanlar , güneş bile daha ilk bin yıllarını yaşarken , mavisi olmayan bir endüstriyel tasarımcı yaşarmış. bu endüstriyel tasarımcının gerçekten de hiç mavisi yokmuş ve tek mutsuzluk kaynağı da bu eksiklikmiş. kasabanın ileri gelenlerinden tutun da sokaklarında top koşturan sümüklü veletlerine kadar her allahın kulu, mavisiz matruş’a gülerler, bu da yetmezmiş gibi bir de çevresinde dönerlermiş.
günlerden bir gün kasabanın limanına demir atan bir gemiden uzakdoğulu bir tüccar çıkmış. kasabanın meydanında tezgahını açmış ve dünyanın bir ucundan getirdiği birbirinden ilginç mallarını,bağıra çağıra satmaya başlamış. ahali, tüccarın başına toplanmış. neler yokmuş ki tüccarda; iç içe geçmiş yumurtalar, buharlı saatler, pembe bıyıklı tavşanlar....
bizim zavallı matruş da, meraklı ya, kalabalığa karışmış. tüccarın tanıttığı malları ilgiyle takip etmiş.bir ara dikkatini üzerinde mavi yazan bir şişe çekmiş. kalabalıktan çekindiği için de bir türlü o şişede ne olduğunu soramamış.
akşam olup da insanlar evlerine çekilmeye başlayınca, matruş meydana gitmiş tekrar. tüccar kalan mallarını istifliyor, kendi kendine bir türkü mırıldanıyormuş. çevreyi iyice kolaçan eden matruş tüccara yaklaşıp seslenmiş:
“tüccar emmi, tüccar emmi...”
elindeki koca sandığı yere koyan tüccar sesin geldiği tarafa bakmış.
“hele buyur...a-aa!” demiş hayretle, “yahu sen ne kadar da mavisizmişsin böyle! şaştım kaldım doğrusu!”
başını öne eğen matruş sıkıntılı sıkıntılı konuşmuş:
“hee... hiç mavim yoktur benim... allah da beni böyle yaratmış.”
“vay vay vay...” demiş tüccar, “de bakalım ne istersin?”
“ben şey diyecektim tüccar emmi, öğleyin tezgahında, üstünde mavi yazan bi’ şişe gördümdü...işte...” diyebilmiş matruş.
“haa” demiş tüccar, “...o şişe mi? sen o şişenin içinde ne olduğunu sanıyorsun?” diye de sormuş.
“bilmem ki, ne ola?”
“o çok pahalıdır, hem tehlikeli de bir şeydir...” demiş tüccar, matruş’un gözlerinin içine bakarak.
“olsun, pahalı olsun. ben endüstriyel tasarımcıyım, ayda iki bin dört yüz amerikan doları maaş alırım. neyse de ne diye tehlikeliymiş, ne vardır ki içinde?”
“aslında tam senlik... ondan beş günde beş bardak içersen mavin olur. olur olmasına ama nerende nasıl bir mavilik olur bilemem...” demiş tüccar.
“aman aman olsun da neremde olursa olsun!” demiş matruş ve kısa bir pazarlıktan sonra şişeyi satın almış. tam tüccarın yanından ayrılıyormuş ki tüccar arkasından bağırmış:
“dikkat et delikanlı, usulüne uygun kullanmazsan çok pişman olursun!”
“iyi be iyi...” diye söylenmiş matruş, tüccara kulak asmadan.
o gece şişeden bir bardak içen matruş’ta hiç bir değişiklik olmamış. tüm ışıklarını yakıp boy aynasının karşısında çırılçıplak dikilen matruş bu duruma çok bozulmuş.
“beş günde beş bardak ha! aman be!” demiş kendi kendine ve ardı ardına dört bardak daha içmiş. ancak ne fayda ki değişen bir şey olmamış. tüccara küfürler, beddualar ederek yatağına atmış kendini matruş.
ertesi gün, pırıl parlayan bir cumartesi olmasına rağmen derhal meydana koşmuş. ancak tüccardan en ufak bir iz bile yokmuş. akşama kadar meydanı turlasa da tüccarı bulamamış. kazıklandığını düşünerek sinirli sinirli evine gitmiş...
pazartesi sabahı işe gitmeden önce tıraş olmak amacıyla ayna karşısına geçen matruş, şaşkınlıkla fark etmiş ki yüzündeki kılların hepsi masmavi. önce sevinmiş, “artık benim de mavim var yahu!” demiş coşkuyla. ama işine üç günlük sakalla gidemeyeceğini de fark edince ne yapacağını bilememiş. banyoda volta atmaya başlamış. aklına tek gelen çözüm, patronundan yıllık iznini istemek olmuş. işyerine telefon açmış ve kendisini çok seven patronundan on beş gün izin koparmayı başarmış. matruş sevinçle zıplamış ve kendini sokağa atmış.
ahali, matruş’un kasıla kasıla yürümesine bir anlam verememiş, çünkü o gün hava kapalıymış ve matruş’un üç günlük mavi sakalı belli olmuyormuş.
“bakın bakın mavisiz amma da komik yürüyor!” diye dalga geçmiş birkaç kadın. matruş hışımla evine dönerken, “görürsünüz siz, iki gün sonra, ya da dört gün sonra, geceleyin bile masmavi sakalım belli olacak, o zaman görürsünüz!” diyerek sıkmış dişlerini.
üç dört gün sonra bakkaldan ekmek alırken, bakkal matruş’u garip garip süzünce matruş gülümsemiş. ekmeğini alıp dışarı çıktığında yüzünde öyle bir memnuniyet ifadesi varmış ki onu normalde görmeyecek olanlar bile şöyle bir dönüp bakmışlar.
“işte şimdi ben de maviliyim, heyt be!” diye mırıldanırken, bir kadının çığırtısını duymuş:
“sakallı bu be, matruş sakallı!”
sesler birbirine eklenmiş:
“ay bunun sakalı da mı çıkıyo’muş?”
“sakallı matruuuş, sakallı matruuuş!”
matruş evine kaçmış ve tıraş olmuş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder