bir zamanlar yedi kuleli büyük bir ülkede bir adam yaşarmış. bu adamı o ülkeye tanrı göndermiş ama adam tanrı tarafından gönderildiğini anlayamamış. o kadar gözleri kapalıymış ki sonunda tanrıyı inkar bile etmiş. bir çobanın oğluymuş ve hep babası gibi tasasız biri olmak istermiş. sadece bunu da istemezmiş; hayal kurarken, ülkenin kralı olmayı (2) veya çok zengin bir tüccar olmayı (3) , en azından bir kadına deli gibi aşık olmayı (4) , o da olmadı tanrı tarafından gönderilmiş olmayı (1) istermiş ve dilermiş. ama gün boyu bunların hayallerini kurduğu için hiç bir şey olamamış.
(2)
bir gün krallık seçimi yapılacakmış. o ülkede kralları ülkenin en yaşlı insanları seçerlermiş: adaylara bir soru sorarlar ve doğru cevap vereni kral ilan ederlermiş. ülkenin dört bir yanından gençler gelmişler saraya. teker teker sarayın büyük salonuna alınmışlar ve değerlendirilmişler. hepsine aynı soru soruluyormuş: taş attım kolum yoruldu;ben ne attım?
delikanlılar doğru cevabı bulmak için ince eleyip sık dokuyorlar, uzun uzun düşünüyorlarmış. sıra çobanın oğluna gelmiş. oğlan o sırada gerçekten tanrı tarafından gönderilmiş biri olsa her soruya doğru cevap vermesi gerektiğini düşünüyormuş.
en yaşlı adam sormuş:
“taş attım kolum yoruldu; ben ne attım?”
çobanın oğlu böyle bir soruyu herkesin yanıtlayabileceğini, zaten cevabının içinde olduğunu düşünmüş. ama diğer delikanlılar gibi, krallık için bu kadar basit bir sorunun sorulamayacağını,işin içinde başka bir iş olduğunu düşünmüş.
“kolunuz yorulduğuna göre taş değil olsa olsa kaya parçası atmışsınızdır...” diye cevap vermiş. hiç taş atanın kolu yorulur mu, diye düşünüyormuş.
sınavı gözü kara bir genç kazanmış. çobanın oğlu eve dönünce annesine, ihtiyar insanların taş atmakla bile kollarının yorulduğunu söylemiş.
(3)
annesi oğlana, kan yapsın diye üzüm suyu içirmeye çalışırmış ama oğlan üzüm suyundan hiç hoşlanmadığı için, annesinin hazırlayıp getirdiği üzüm sularını mahzendeki fıçılara döker, annesine içtim diye yalan söylermiş. yıllar içinde fıçılar ağzına kadar dolmuş. oğlan bunları göle dökmeye karar vermiş ve bir gece gizlice , fıçının birini yüklenmiş, göl kıyısına varmış fıçının kapağını açınca etrafa keskin bir koku yayılmış. oğlan fıçıdan bir parmak almış ve tadına bakmış. üzüm suyunun bekleye bekleye berbat bir hal aldığına karar vermiş. tam fıçıyı göle boşaltacakken arkasından bir ses yükselmiş:
“sen ne yapıyorsun bakalım orada?”
oğlan, gece bekçisine yakalandığını anlamış ve hemen fıçıyı yere koymuş. bekçiye bir cevap verememiş. bekçi oğlanın yanına gelmiş ve kuşkuyla fıçıya bakmış.
“ne var bunun içinde, söyle bakalım?”,diye sormuş.
“hiç, hiçbir şey yok!”,diye gevelenmiş oğlan.
bekçi oğlanı yana itmiş ve fıçıdakinin tadına bakmış.
“hımm, çok güzelmiş tadı... nedir bu söyle bakalım?”
“beklemiş üzüm suyu...”,demiş oğlan. bekçi fıçıyla daha çok ilgilenmeye başlayınca da kaçıvermiş oradan.
aylar yıllar sonra bekçi çok zengin bir şarap tüccarı olmuş.
(4)
çobanın oğlu bir gün çarşıda aylak aylak gezinirken bir kıza âşık oluvermiş. kızı takip etmiş, evini barkını öğrenmiş. günler sonra ona bir merhaba diyebilmek için evinin çevresinde dolanmaya başlamış. ancak her defasında nutku tutuluyormuş çünkü kız çok alımlıymış ve gizliden gizliye gülümsüyormuş. oğlanın kalbi o kadar hızlı atıyormuş ki, kıza yaklaşamıyormuş bile. aylar sonra kız evlenince, hem de kralla evlenince oğlan kendini şaraba vermiş. sabahtan akşama kadar içiyor, sarhoş olup ağlıyormuş. annesi oğlunun durumuna çok üzüldüğü için onu evlendirmeye karar vermiş ve oğluna bir kız bulmuş. ama oğlanın hiçbir şeyi gördüğü yokmuş, farkına bile varamadan bir kızla evlenivermiş; düğününde bile sarhoşmuş... evliliğinin ikinci haftasında şarap almak için evden çıktığında bakkal ona kralın şarap içmeyi yasakladığını, şarap tüccarının da başka bir ülkeye kaçtığını söylemiş. oğlan artık oğlan değil bir adammış ve bu sözleri duyar duymaz ayılıvermiş.
evine gitmiş,kapıyı karısı açmış. karısına şöyle bir bakmış ve onun dırdırını duymadığı halde ne kadar da çirkin olduğunu fark etmiş. kadın car car bağırarak bir çocuk istediğini söylüyormuş.
“tamam...”,demiş adam, “bir yıkanayım,sonra...”
banyoya girmiş,aynanın karşısına geçip kendine bakmış uzun uzun. karısı dırdır etmeye devam ediyormuş. gözlerini kapamış adam,ölmek istemiş. “korkuyorsun!” demiş. ayna da "korkuyorsun" demiş ve aynadaki aksi de ölmek istediği için öyle diyormuş.
adam gözlerini açmış,aynayı kırmış.
(?1996)
(2)
bir gün krallık seçimi yapılacakmış. o ülkede kralları ülkenin en yaşlı insanları seçerlermiş: adaylara bir soru sorarlar ve doğru cevap vereni kral ilan ederlermiş. ülkenin dört bir yanından gençler gelmişler saraya. teker teker sarayın büyük salonuna alınmışlar ve değerlendirilmişler. hepsine aynı soru soruluyormuş: taş attım kolum yoruldu;ben ne attım?
delikanlılar doğru cevabı bulmak için ince eleyip sık dokuyorlar, uzun uzun düşünüyorlarmış. sıra çobanın oğluna gelmiş. oğlan o sırada gerçekten tanrı tarafından gönderilmiş biri olsa her soruya doğru cevap vermesi gerektiğini düşünüyormuş.
en yaşlı adam sormuş:
“taş attım kolum yoruldu; ben ne attım?”
çobanın oğlu böyle bir soruyu herkesin yanıtlayabileceğini, zaten cevabının içinde olduğunu düşünmüş. ama diğer delikanlılar gibi, krallık için bu kadar basit bir sorunun sorulamayacağını,işin içinde başka bir iş olduğunu düşünmüş.
“kolunuz yorulduğuna göre taş değil olsa olsa kaya parçası atmışsınızdır...” diye cevap vermiş. hiç taş atanın kolu yorulur mu, diye düşünüyormuş.
sınavı gözü kara bir genç kazanmış. çobanın oğlu eve dönünce annesine, ihtiyar insanların taş atmakla bile kollarının yorulduğunu söylemiş.
(3)
annesi oğlana, kan yapsın diye üzüm suyu içirmeye çalışırmış ama oğlan üzüm suyundan hiç hoşlanmadığı için, annesinin hazırlayıp getirdiği üzüm sularını mahzendeki fıçılara döker, annesine içtim diye yalan söylermiş. yıllar içinde fıçılar ağzına kadar dolmuş. oğlan bunları göle dökmeye karar vermiş ve bir gece gizlice , fıçının birini yüklenmiş, göl kıyısına varmış fıçının kapağını açınca etrafa keskin bir koku yayılmış. oğlan fıçıdan bir parmak almış ve tadına bakmış. üzüm suyunun bekleye bekleye berbat bir hal aldığına karar vermiş. tam fıçıyı göle boşaltacakken arkasından bir ses yükselmiş:
“sen ne yapıyorsun bakalım orada?”
oğlan, gece bekçisine yakalandığını anlamış ve hemen fıçıyı yere koymuş. bekçiye bir cevap verememiş. bekçi oğlanın yanına gelmiş ve kuşkuyla fıçıya bakmış.
“ne var bunun içinde, söyle bakalım?”,diye sormuş.
“hiç, hiçbir şey yok!”,diye gevelenmiş oğlan.
bekçi oğlanı yana itmiş ve fıçıdakinin tadına bakmış.
“hımm, çok güzelmiş tadı... nedir bu söyle bakalım?”
“beklemiş üzüm suyu...”,demiş oğlan. bekçi fıçıyla daha çok ilgilenmeye başlayınca da kaçıvermiş oradan.
aylar yıllar sonra bekçi çok zengin bir şarap tüccarı olmuş.
(4)
çobanın oğlu bir gün çarşıda aylak aylak gezinirken bir kıza âşık oluvermiş. kızı takip etmiş, evini barkını öğrenmiş. günler sonra ona bir merhaba diyebilmek için evinin çevresinde dolanmaya başlamış. ancak her defasında nutku tutuluyormuş çünkü kız çok alımlıymış ve gizliden gizliye gülümsüyormuş. oğlanın kalbi o kadar hızlı atıyormuş ki, kıza yaklaşamıyormuş bile. aylar sonra kız evlenince, hem de kralla evlenince oğlan kendini şaraba vermiş. sabahtan akşama kadar içiyor, sarhoş olup ağlıyormuş. annesi oğlunun durumuna çok üzüldüğü için onu evlendirmeye karar vermiş ve oğluna bir kız bulmuş. ama oğlanın hiçbir şeyi gördüğü yokmuş, farkına bile varamadan bir kızla evlenivermiş; düğününde bile sarhoşmuş... evliliğinin ikinci haftasında şarap almak için evden çıktığında bakkal ona kralın şarap içmeyi yasakladığını, şarap tüccarının da başka bir ülkeye kaçtığını söylemiş. oğlan artık oğlan değil bir adammış ve bu sözleri duyar duymaz ayılıvermiş.
evine gitmiş,kapıyı karısı açmış. karısına şöyle bir bakmış ve onun dırdırını duymadığı halde ne kadar da çirkin olduğunu fark etmiş. kadın car car bağırarak bir çocuk istediğini söylüyormuş.
“tamam...”,demiş adam, “bir yıkanayım,sonra...”
banyoya girmiş,aynanın karşısına geçip kendine bakmış uzun uzun. karısı dırdır etmeye devam ediyormuş. gözlerini kapamış adam,ölmek istemiş. “korkuyorsun!” demiş. ayna da "korkuyorsun" demiş ve aynadaki aksi de ölmek istediği için öyle diyormuş.
adam gözlerini açmış,aynayı kırmış.
(?1996)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder