değer verdiğin üç kadın hakkında bir şeyler yaz o da olmadı birşeyler yaz ama bir şekilde değer verdiğin üç kadının "ismi" geçsin...
daha dün (bazı mim'lerin tesadüfen "denk gelme" durumu da ilginç hani) evet daha dün, aklıma şule gürbüz gelmişti. yıllardır, 6 ayda bir ya da işte zaman zaman aklıma mutlaka gelen bir kişidir şule gürbüz. kimdir peki şule gürbüz?
sanat tarihi ve felsefe eğitimi aldığını biliyorum. ayrıca yıllar öncesinde, "okudukça" isimli trt2 programındaki sıkıntılı ifadesini hatırlıyorum: kendisiyle "söyleşi yapan" kadınla o kadar zorlanarak konuşuyordu ki; her halinden belliydi "edebi" bir sohbet mizanseninde bulunmayı istemediği? belki de kendisiyle konuşmaya çalışan kadından hoşlanmıyordu? yıllar sonra tesadüfen okuduğum bir habere kadar, o röportajdan başka kendisi hakkında hiç bir şey duymadım; tek bir kitabı bile yayınlanmadı daha sonra...
devam ediyor mu bilmiyorum ama en son duyduğuma göre işte, saray saatçisi olmuş! dolmabahçe sarayı başta olmak üzere tüm sarayların saatlerinden (ve onların bakımından, tamirinden vs) sorumlu. bir de ustası var elbette; çünkü hiç bir şey bilmiyormuş saat tamiri ve işte mekanik tamirat işleriyle ilgili. direk kalfa olarak giriş yapmış saat tamiri/bakımı işine.
1992 yılında iletişim yayınevinden "kambur" isimli "küçücük" kitabı yayınlanmıştır. (ayrıca, mitos yayınlarından "ağrıyınca kar yağıyor" isimli bir şiir kitabı ve "ne yaştadır ne başta: akıl yoktur" isimli bir oyun kitabı vardır)
kambur, etkileyici bir kara mizah örneği benim için. defalarca okudum, her defasında keyif aldım. iki üç kere kendim için satın aldım, bir iki kere de hediye etmek için. "bir kitap okumak nedir?" boşver kitabı, okumayı, kambur bir şey(ler) söylüyor, genellikle de söyleniyor... canın isterse dinlersin:
size bana yakın bir insandan bahsedemeyeceğim; böyle biri hiç olmadı çünkü. arkadaşlık diye bir şey yaşamadım şimdiye dek- her aklı başında insan gibi. çünkü birilerini kandıracak, her gün yeni bir şeyler ve 'kendim' diye anlatabileceğim bambaşka bir kişilik arayacak kadar ne zamanım oldu ne de gücüm. hayal ürünlerinden, bunların mükemmelliğinden bile sıkılırken, aslı ne olurdu kim bilir? şimdi eve gidiyorum; akşam olmak üzere. her gün ne yaparım ben? günlük bazı alışkanlıklarım olduğunu; bunları yapmadan yaşayamayacağımı söylerim kendime; ve olsaydı, bir arkadaşıma. oysa bu doğru değildir. yaptığım benzer işler rastlantı ya da dalgınlıktır - başka değil. her sabah üzümlü kek yediğimi sanırım, ve birine söyleyebilseydim, böyle derdim: "ben her sabah üzümlü kek yerim; o kadar." karşımdakinin özelliğime, şaşmazlığıma...hayreti hoşuma gider. bu nedenle birisiyle yaşamak korkunçtur. geldiğinde üzümlü kek yemediğimi anlamasın diye, her sabah yemeye başlarım. etken taraf ben olduğum için, o da yemeye başlar. oysa iki üç gün sonra, zeytin peynir burnunda tüter, ve dördüncü ün beni terkeder. 'oh' derim, benim de içim bayılmıştır. o kendi evinde, ben kendi evimde , birbirimizden habersiz, zeytin yemeye , avucumuza tuz döküp yalamaya başlarız. biraz aklı varsa (çok değil), ilk fırsatta, benim şeklimde bir kek yapıp fırına sürer. yakmaktır amacı; ama bunu kendine itiraf etmez, 'dalgınlık' der.
(kambur, s.24)
ve nina simone ile björk.
nina simone hakkında "kim ki o?" sorusuna, buradan ve buradan cevaplar bulunabilir.
björk'ün son işlerini hiç beğenmiyorum hatta onlardan nefret ediyorum. bu sene istanbul'a gelecekmiş; ama gitmeyeceğim. sahneye bir güneş enerji su deposu ve bir rende ile çıkacağından korkuyorum doğrusu!
işte nina simone'dan "four women" isimli şarkı:
hatta şarkı sözlerini de ekleyim:
My skin is black
My arms are long
My hair is wooly
My back is strong
Strong enough to take the pain
Its been inflicted again and again
What do they call me
My name is aunt sarah
My name is aunt sarah
My skin is yellow
My hair is long
Between two worlds
I do belong
My father was rich and white
He forced my mother late one night
What do they call me
My name is siffronia
My name is siffronia
My skin is tan
My hairs alright, its fine
My hips invite you
And my lips are like wine
Whose little girl am i?
Well yours if you have some money to buy
What do they call me
My name is sweet thing
My name is sweet thing
My skin is brown
And my manner is tough
Ill kill the first mother I see
Cos my life has been too rough
Im awfully bitter these days
Because my parents were slaves
What do they call me
My
Name
Is
Peaches
björk'ün en sevdiğim parçası, 'venus as a boy'u aynı zamanda "bir adaya düşsem yanıma alacağım yüz şarkı" arasına rahatlıkla koyacağım gibi, "hayır, yüz şarkı alamıyormuşsun, sadece on şarkı alabilecekmişsin" durumunda işte o ilk on listeme de rahatlıkla alırım. işi delirtme noktasına getirip, "yok yok.. sadece üç şarkı" derlerse, hiç düşünmem ilk üç listeme de alırım. manyaklığın artı ve eksi sonsuz düzlemde uzaması durumunda, "yoook! tek şarkı alabilecekmişsin yanına!" derlerse, işte o zaman the chemical brothers'ın 'star guitar' parçasını tercih edeceğimden "tamam yahu! almıyorum yanıma!" demek zorunda kalırım....
pas: bence de, flynxs , sıfır noktası ve cevval portakal
Şule Gürbüz'ün "Kambur" unun herkes üzerinde etkisi böyle sanırım.
YanıtlaSilKambur'a sahip olan tanıdıklarımın tamamı (ben de dahil) defalarca okumuştur bu kitabı.
Kitaplıkta bir köşede durur kendi kendine, arada, çok alakasız bir zamanda akla gelir, çantaya atılır, yolda, orada burada açılır okunur, tekrar kaldırılır.
Ve bu böyle devam eder..
güzel bir mim konusu... pas için çok teşekkür ederim. değerlendirmek isterim ama, son yaşadığım içerik hırsızlığı üzerine bu sıralar canım hiç bloguma yazmak istemiyor. belki sonra...
YanıtlaSilŞule gündüz ve "Kambur" u duymamıştım. İlk fırsattakiler arasına koydum.
YanıtlaSilBjörk'ün "Dancer in the dark" filmi mükemmeldi. Oradaki performansı da keza öyle. Ama müziklerini sürekli dinleyebilecek bir beyne sahip değilim. Bir yerden sonra çığır çığır geliyor. Arşivimdeki en leş metal albümünde bile o kadar rahatsız olduğumu sanmam.Last fm de arada bir çalınca iyi oluyor ama.. =)
www.buzcevheri.com
Şule Gürbüz'ü ben de daha önce duymamıştım, edinilmesi gereken kitaplar listeme alıyorum.
YanıtlaSilBjork'u layıkıyla dinlemek için insanın bazen ruh halini değiştirmesi gerekiyor, çıkartıyor asıyor portmantoya.
Nina Simone da Nina Simone zaten, daha ne olsun. Nina Simone yani ötesi yok.
Tam ne yazayım diye düşüncelere dalmış blogları gezinmekteyken mimi gördüm, çok işime geldi. Teşekkür edip yazmaya başlıyorum.
devrim, kamburum kayıp, yastayım...
YanıtlaSil