tepe üstü düşmüş. kırmızı fare. piyano, keman, viyola, üflemeli çalgılar, bas ve davul... onun müzik yaptığı topluluğun enstrümanları. o hiçbir şey çalmıyor; onlar çalarken bir sandalyede oturuyor ve dinliyor. o olmasa topluluk çalamıyor. çok mu sevimli acaba? bazen çok güzel besteleri olduğundan söz ediyor... herkes onu çok seviyor.
çölde kimse yok. çekik gözlü yaşlı bir amca bile yok. çift gözlük takan bir kurt köpeği de... bunlar olmadan çöl çok sıkıcı tabii.
çölden çıkmalı.
yabani, yırtıcı aç kuşlar onu çok uzaklardan bile fark edebilirler. o keskin gözleri çıksın! yılanlar, timsahlar, kuyruksuz ve bıyıksız çöl kedileri...
çöl kedileri!
kırmızı fare yalınayak koşuyor. kaçıyor. aptal. ortalıkta kimse yok ama korktu işte. belki de koşa koşa sevimsiz bir çöl kedisinin pençelerine yaklaşıyordur...
durdu. zaman zaman içindeki sese kulak verebiliyor. kulak vermek de ne demek şimdi; o bir müzisyen! sesleri tüm incelikleriyle duyuyor ve değerlendirebiliyor. üstelik besteleri de var; akıllı mı akıllı. ama kırmızı... bu çok kötü.
oturuyor. dizlerini karnına çekiyor. çevresine bakıyor: dört yanı uçsuz bucaksız kum tepeleri ile kaplı. kayaların mı denizlerin mi üzerini kumlarla kapatmışlar?
bu tür bilgiler ne işine yarayacak ki? kime ne anlatacak?
çölde kimse yok.
o halde, dedi kırmızı fare, çöl kedisi de yoktur. bu içini rahatlatmadı. ‘bu’ dediği de zaten ipe sapa gelmez bir çıkarımın kesin olmayan sonucundan ibaret bir şeydi... öyle olmaya da devam ediyor.
yürümeye başladı. on dakika sonra durdu. hangi yöne doğru gitmesi gerekiyor? beni yemeğin, suyun, dost canlısı insanların bulunduğu tarafa yönelt tanrım, diye dua etti kırmızı fare. sonra kollarını açtı, gözlerini kapadı ve olduğu yerde dönmeye başladı. döndü, döndü, döndü... yere düştü. gözlerini açtığında gökyüzündeki soluk güneş sağa sola kayıyor gibiydi. tamamen tanrının ona bahşettiği yönde yürüyecekti; güvenle yürümeye başladı. on beş dakika önce tuttuğu yolda, aynı yönde ilerliyordu.
çölden çıkar. bu çölde ölecek değil ya! hem, herşeyde bir hayır vardır demezler mi?
kırmızı fare, bilge kişilerin, bilge olmadan önce, belki de bilge olabilmek için, kendi rızalarıyla çölleri, dağları denizleri geçtiklerini biliyordu. ama, örneğin bilge ejderha gibi birkaç bilge, bilge olmayı masa başı çalışmalarıyla başarmışlardır... işte bunu bilmiyor. bilmesin; çok da önemli değil...
çölde yürüyen kaç tane kırmızı fare var?
çölde kimse yok. çekik gözlü yaşlı bir amca bile yok. çift gözlük takan bir kurt köpeği de... bunlar olmadan çöl çok sıkıcı tabii.
çölden çıkmalı.
yabani, yırtıcı aç kuşlar onu çok uzaklardan bile fark edebilirler. o keskin gözleri çıksın! yılanlar, timsahlar, kuyruksuz ve bıyıksız çöl kedileri...
çöl kedileri!
kırmızı fare yalınayak koşuyor. kaçıyor. aptal. ortalıkta kimse yok ama korktu işte. belki de koşa koşa sevimsiz bir çöl kedisinin pençelerine yaklaşıyordur...
durdu. zaman zaman içindeki sese kulak verebiliyor. kulak vermek de ne demek şimdi; o bir müzisyen! sesleri tüm incelikleriyle duyuyor ve değerlendirebiliyor. üstelik besteleri de var; akıllı mı akıllı. ama kırmızı... bu çok kötü.
oturuyor. dizlerini karnına çekiyor. çevresine bakıyor: dört yanı uçsuz bucaksız kum tepeleri ile kaplı. kayaların mı denizlerin mi üzerini kumlarla kapatmışlar?
bu tür bilgiler ne işine yarayacak ki? kime ne anlatacak?
çölde kimse yok.
o halde, dedi kırmızı fare, çöl kedisi de yoktur. bu içini rahatlatmadı. ‘bu’ dediği de zaten ipe sapa gelmez bir çıkarımın kesin olmayan sonucundan ibaret bir şeydi... öyle olmaya da devam ediyor.
yürümeye başladı. on dakika sonra durdu. hangi yöne doğru gitmesi gerekiyor? beni yemeğin, suyun, dost canlısı insanların bulunduğu tarafa yönelt tanrım, diye dua etti kırmızı fare. sonra kollarını açtı, gözlerini kapadı ve olduğu yerde dönmeye başladı. döndü, döndü, döndü... yere düştü. gözlerini açtığında gökyüzündeki soluk güneş sağa sola kayıyor gibiydi. tamamen tanrının ona bahşettiği yönde yürüyecekti; güvenle yürümeye başladı. on beş dakika önce tuttuğu yolda, aynı yönde ilerliyordu.
çölden çıkar. bu çölde ölecek değil ya! hem, herşeyde bir hayır vardır demezler mi?
kırmızı fare, bilge kişilerin, bilge olmadan önce, belki de bilge olabilmek için, kendi rızalarıyla çölleri, dağları denizleri geçtiklerini biliyordu. ama, örneğin bilge ejderha gibi birkaç bilge, bilge olmayı masa başı çalışmalarıyla başarmışlardır... işte bunu bilmiyor. bilmesin; çok da önemli değil...
çölde yürüyen kaç tane kırmızı fare var?
kırmızı olsun, helal olsun, ama bilgelik bir teselli olmasın...çöl gezgini, bir bedevi ile karşılaşıncaya kadar sonuna gelme ümidi ile yüreyecek mi? tamam buda yeter, en azından susuzluktan daha bilincini kaybetmemiş.
YanıtlaSilmelodiyi tutturmuş kırmızı fare harmonide sınıfta kalmıs...