bir davranışının yanlış olduğunu anlayan insan kişisi, kendini affettirmek için öncelikle özür diler; sonra mümkünse hatasını telafi eder ve hayat devam eder. bu durumda o insandan beklenen şey, benzer "hatalı" davranışı tekrar göstermemesidir. yani "özür dilemek" yeterli değildir; bozulan durum olabildiğince düzeltilmeli ve benzer hata tekrarlanmamalı...
huysuz çocuk arkadaşına zarar verir ve olay ailelere yansıdığında aile büyüğü çocuğu adına özür diler çünkü "huysuz bebe" özür dilemek istemez; işte onun adına özür dileyen aile büyüğü, eve gidince o bebeye dersini vermelidir ki bebe bir daha yaramazlık yapmasın! yoksa ne anlamı kalır ki? ama işin doğrusu, uygunu, elbette hatayı yapanın bizzat özür dilemesidir: bu onun bir hata yaptığının farkında olduğunu gösterir ve elbette "anlamlı" bir başlangıçtır, daha huzurlu günler için...
"tek seferde en fazla insan öldüren kişi" rekorunu(!) elinde tutan paul tibbets, 6 ağustos 1945 günü yaklaşık yetmiş bin (70 000) kişi öldürdü:
steven spielberg'in, alt yazılarını hazırlama işi "tam bir yetersiz"e emanet edilmiş (film boyunca "özel ryan" yazısını görmek berbat; "hadiyin" diye bir türkçe ile tacize uğramak tam bir felaket) "er ryan'ı kurtarmak" filminin kutu-seti versiyonunda, "price for peace" isminde, ikinci dünya savaşında amerikan - japon mücadelesini konu alan bir belgesel var. paul tibbets bu belgeselde gayet rahat bir halde, sadece görevini yaptığını, pişman falan olmadığını açık açık anlatıyor. askerler öyleler işte; "emir" varsa işin içinde sıyrılıveriyorlar zaman zaman insanlıktan! kimse uçurmaya yanaşmasa o uçağı, başkan truman mı atlayıverecekti pilot kabinine? işte bu çok şaşırtıcı geliyor bana; "emir öyleydi, yapmak zorundaydım" hayır yahu, küçük bir vicdan muhasebesi yeterli; gerekirse kendi hayatı pahasına karşı çıkmalıydı o göreve. uçağıyla beraber okyanusa dalıp gitseydi "şerefli bir kahraman" olarak tarihe geçmez miydi? (hangi tarihe? adamın ismi amerikan "milli güvenlik" (?) ders kitaplarında aynen öyle geçiyordur belki de?)
şimdi tüm pilotlar özür dilesin? çok saçma gelmiyor mu kulağa? hatta amerikan hükümeti özür dilese ne olacak; her sene yeni bir katliamı ya bizzat yapıyorlar ya da arka planda bulunmak suretiyle dolaylı olarak...
her gün (ya da herhangi bir zaman diliminde) yüzlerce, binlerce masum insanın öldüğünü, öleceğini düşünmek, yaşayan "masum" insanları çok rahatsız ediyor ve herkes elinden geldiğince bir şeyler yapmak istiyor. "özür dileme" kampanyaları düzenliyorlar ya da "özür dilensin" kampanyaları... ama (artık özür dileme aşamasını çoktan geçmiş) "sorumlu güçler" boktan cinayetlerine devam ediyorlar. kendileri de cinayetlere bulaşmış devletler, olan bitenlere seyirci kalma yolunu seçiyorlar. dün soykırıma uğramış, tarifsiz acılar çekmiş halkların yöneticileri bu gün soykırımlara neden oluyorlar. bununla beraber, muhtemelen bu gün katledilenlerin torunları da el ele verip birilerini katledecekler!
yine aynı belgeselde (price for peace) beni şaşırtan şeylerden biri de, ikinci dünya savaşı esnasında japon asıllı amerikalıların durumuydu. pearl harbour baskınından sonra "çoluk çocuk fark etmez tüm japonlar ölmeli" gibisinden bir nefret duygusuna bürünen amerika, ülkesinde yaşayan japon kökenli vatandaşlarını toplama kamplarına sürmüş. bir kısım japon asıllı delikanlı da "japonlara karşı" savaşa gitmiş; üstelik "amerikan vatandaşı statüsünü kaybetme korkusu" gibi motivasyonlarla... sırf amerikalı askerler tecavüz, işkence etmesin diye kendi çocuklarını (ve kendilerini) yüksek tepelerden atan; benzer korkularla kendi annesinin başını kayayla ezen japonların karşısındaki orduda bulunan "japonlar" hangi kimlikteydiler? elbette: amerikan vatandaşı! japonlar için "onur" "şeref" gibi kavramların çok önemli olduğu söylenir; ne saçma şey; "insanım" diyen herkes için çok önemlidir o kavramlar... peki amerikan ordusuna katılmış, "cephede amcamla karşı karşıya gelmekten korkuyordum" diye o günleri anlatan japon asıllı amerikan "şerefsiz" mi? sanırım hayır; sadece kendi dünyasını savunan bir insan. çünkü "milliyet" bir insanı "insan" yapan bir şey değil. "tüm" araplardan, türklerden, ermenilerden, yahudilerden, müslümanlardan, hristiyanlardan, amerikalılardan, ostrogotlardan, uzaylılardan "nefret" etmek (ya da tersi: çok sevmek) bana fazlasıyla "şiirsel" oldukça da gereksiz geliyor...
israil hükümeti "insanın ne olduğunu" ve aynı zamanda "aslında ne olmaması gerektiğini" çok açık gösteriyor: bu pislik sürekli öldürecek! dün öldürülen, bu gün öldürecek; bu gün öldürülen yarın öldürecek!
huysuz çocuk arkadaşına zarar verir ve olay ailelere yansıdığında aile büyüğü çocuğu adına özür diler çünkü "huysuz bebe" özür dilemek istemez; işte onun adına özür dileyen aile büyüğü, eve gidince o bebeye dersini vermelidir ki bebe bir daha yaramazlık yapmasın! yoksa ne anlamı kalır ki? ama işin doğrusu, uygunu, elbette hatayı yapanın bizzat özür dilemesidir: bu onun bir hata yaptığının farkında olduğunu gösterir ve elbette "anlamlı" bir başlangıçtır, daha huzurlu günler için...
"tek seferde en fazla insan öldüren kişi" rekorunu(!) elinde tutan paul tibbets, 6 ağustos 1945 günü yaklaşık yetmiş bin (70 000) kişi öldürdü:
atom bombası hiroşima üzerinde patladığı ilk anda 70.000 kişi 'buharlaştı...' kasıma kadar geçen iki aylık sürede 60.000 insan radyasyondan öldü. onu takip eden beş yıl zarfında 65.000 japon daha, vücutları mutasyona uğramış bir biçimde, büyük acılar çekerek öldüler. toprak ve bitki örtüsü kavruldu. nehirler zehirlendi. kentin üzerine haftalarca kara asit yağmurları yağdı!..
(eksi sözlük)
steven spielberg'in, alt yazılarını hazırlama işi "tam bir yetersiz"e emanet edilmiş (film boyunca "özel ryan" yazısını görmek berbat; "hadiyin" diye bir türkçe ile tacize uğramak tam bir felaket) "er ryan'ı kurtarmak" filminin kutu-seti versiyonunda, "price for peace" isminde, ikinci dünya savaşında amerikan - japon mücadelesini konu alan bir belgesel var. paul tibbets bu belgeselde gayet rahat bir halde, sadece görevini yaptığını, pişman falan olmadığını açık açık anlatıyor. askerler öyleler işte; "emir" varsa işin içinde sıyrılıveriyorlar zaman zaman insanlıktan! kimse uçurmaya yanaşmasa o uçağı, başkan truman mı atlayıverecekti pilot kabinine? işte bu çok şaşırtıcı geliyor bana; "emir öyleydi, yapmak zorundaydım" hayır yahu, küçük bir vicdan muhasebesi yeterli; gerekirse kendi hayatı pahasına karşı çıkmalıydı o göreve. uçağıyla beraber okyanusa dalıp gitseydi "şerefli bir kahraman" olarak tarihe geçmez miydi? (hangi tarihe? adamın ismi amerikan "milli güvenlik" (?) ders kitaplarında aynen öyle geçiyordur belki de?)
şimdi tüm pilotlar özür dilesin? çok saçma gelmiyor mu kulağa? hatta amerikan hükümeti özür dilese ne olacak; her sene yeni bir katliamı ya bizzat yapıyorlar ya da arka planda bulunmak suretiyle dolaylı olarak...
her gün (ya da herhangi bir zaman diliminde) yüzlerce, binlerce masum insanın öldüğünü, öleceğini düşünmek, yaşayan "masum" insanları çok rahatsız ediyor ve herkes elinden geldiğince bir şeyler yapmak istiyor. "özür dileme" kampanyaları düzenliyorlar ya da "özür dilensin" kampanyaları... ama (artık özür dileme aşamasını çoktan geçmiş) "sorumlu güçler" boktan cinayetlerine devam ediyorlar. kendileri de cinayetlere bulaşmış devletler, olan bitenlere seyirci kalma yolunu seçiyorlar. dün soykırıma uğramış, tarifsiz acılar çekmiş halkların yöneticileri bu gün soykırımlara neden oluyorlar. bununla beraber, muhtemelen bu gün katledilenlerin torunları da el ele verip birilerini katledecekler!
yine aynı belgeselde (price for peace) beni şaşırtan şeylerden biri de, ikinci dünya savaşı esnasında japon asıllı amerikalıların durumuydu. pearl harbour baskınından sonra "çoluk çocuk fark etmez tüm japonlar ölmeli" gibisinden bir nefret duygusuna bürünen amerika, ülkesinde yaşayan japon kökenli vatandaşlarını toplama kamplarına sürmüş. bir kısım japon asıllı delikanlı da "japonlara karşı" savaşa gitmiş; üstelik "amerikan vatandaşı statüsünü kaybetme korkusu" gibi motivasyonlarla... sırf amerikalı askerler tecavüz, işkence etmesin diye kendi çocuklarını (ve kendilerini) yüksek tepelerden atan; benzer korkularla kendi annesinin başını kayayla ezen japonların karşısındaki orduda bulunan "japonlar" hangi kimlikteydiler? elbette: amerikan vatandaşı! japonlar için "onur" "şeref" gibi kavramların çok önemli olduğu söylenir; ne saçma şey; "insanım" diyen herkes için çok önemlidir o kavramlar... peki amerikan ordusuna katılmış, "cephede amcamla karşı karşıya gelmekten korkuyordum" diye o günleri anlatan japon asıllı amerikan "şerefsiz" mi? sanırım hayır; sadece kendi dünyasını savunan bir insan. çünkü "milliyet" bir insanı "insan" yapan bir şey değil. "tüm" araplardan, türklerden, ermenilerden, yahudilerden, müslümanlardan, hristiyanlardan, amerikalılardan, ostrogotlardan, uzaylılardan "nefret" etmek (ya da tersi: çok sevmek) bana fazlasıyla "şiirsel" oldukça da gereksiz geliyor...
israil hükümeti "insanın ne olduğunu" ve aynı zamanda "aslında ne olmaması gerektiğini" çok açık gösteriyor: bu pislik sürekli öldürecek! dün öldürülen, bu gün öldürecek; bu gün öldürülen yarın öldürecek!