ntv bilim dergisinde “dijital apokalips” başlıklı bir yazı okudum. (tıpkı ntv tarih dergisinde olduğu gibi yazıyı kim yazmış belli değil.) hayata dair “saklanmalık” şeylerin bilgisayar verilerine dönüştürülmesinin (ve öylece bırakılmasının) pek de akıllıca olmadığını anlatmaya çalışıyor yazı… bir şeyleri biriktirmekten, saklamaktan kısacası arşivlemekten haz alan bir insan kişisi olarak elbette bu konu ilgimi çekti. yaklaşık iki sene önce yaptığım
mektup ve e-mail ayrımına da bir ara dikiz atmanı önererek, bu konunun “pek sallanmayan çok önemli şey”lerden biri olduğunu belirtmek isterim.
illinois üniversitesi kütüphanecilik ve enformasyon bilimi master okulu’ndan jerome p. mcdonough beyefendinin dikkat çekici bazı tespit ve görüşleri var. “elli sene sonra çerçevelenmiş bir fotoğraf epeyce yıpranmış ancak yine de anlamlı kalabilecekken, yine elli sene sonra dijital fotoğraf dosyalarını görüntüleyebilecek (çözümleyebilecek) bilgisayarlar (ya da okuyucular) bulmak çok güç olacak” diyor. “en son ne zaman bir
wordperfect dosyasını açtınız ya da 8 inçlik bir
floppy diski okutmaya çalıştınız?” diye de soruyor. bu yaz
vhs video kayıtlarını dijital ortama aktarabilmek için göbeğimi çatlattığımı
hemen hatırladım* tabii bunları okuyunca. daha orta okuldayken, üç arkadaş, kasetlere kaydettiğimiz onlarca kayıt geldi sonra aklıma; dolaplarda çürüyor onlar!
aslında adam “kullanmayın bilgisayar!” demiyor, yedeklediğin ya da sakladığın malzemenin, değişen teknolojik koşullara göre uyumunu denetle diyor sadece. aptalca buluyorum zaten “tamamen dijital düşmanı” olmayı da “dijital çağ düşkünü” olmayı da. bir çok insan üzerine fazla düşünmeden bir an önce her şeyin “teknolojiye tam uygun” olmasını istiyor: işte gazetelerin yerini web siteleri alsın, kitapların yerini bilgisayarlar doldursun falan filan. e şimdi buna bıraksan koskoca müzeyi bir monitör bir de yön tuşlarından başka bir şeyi olmayan bir klavyeye indirger! ne anladım o zaman ben hayattan!
jerome amca, “sadece on yıl içinde erişim ve depolama yöntemleri o kadar hızlı evrimleşebilir ki, dosyalama formatları demode olabilir” diyor. şimdi tekrar düşünüyorum da, geçen sene vhs kasetlerin üretilmesi durduruldu; eh zaten oynatıcıları piyasada yok... bitti artık onun dönemi. ama elinde çocukluğuna dair görüntüler olduğunu düşünsene, sen kasete bakıyorsun kaset sana bakıyor; yapılacak hiçbir şey yok! hadi senin benim çocukluğumun kimseye bir yararı yok, peki yine jerome amcanın anlattığı şu duruma ne demeli: “nasa’nın 1976 yılında mars’a indirdiği viking uzay aracından alınan verilerin bir bölümü artık okunamaz olduğundan sonsuza kadar kaybolmuş sayılıyor.” şimdi yıkım araçlarıyla
vogonlar kaplasalar sarı gemileriyle gökyüzünü, gezegenimizi istimlak etme hazırlıklarına başlasalar, durun yahu ne oluyor çığlıklarımıza, “1976 yılında viking uzay aracınızın kaydettiği görüntüleri biraz büyütüp inceleseydiniz, oradaki bir kayanın arkasına** bırakmış olduğumuz mesaj tabelasını görürdünüz!” diye cevap verseler, pişmanlıktan saçımızı başımızı yolmaz mıyız?
“son hesaplara göre, elektronik kayıtlar, vergi dosyaları, müzik ve fotoğraf dahil, bilgi teknolojisinin ürettiği hacmin tutar, 369 eksabayt... 1 eksabayt, 1 kentilyon (1’in arkasına 18 sıfır koyun) bayt demek.” diyor yazıda. bu verilerin "önemli" içeriğe sahip bazı bölümlerinin erişilemez olmasını, bir "dijital karanlık çağ" olarak betimliyor jerome amca. üstelik on yıl içinde bu saçma sapan görünen rakamlar birkaç kat artacak diye düşünmek hiç de mantıksızca değil...
yaklaşık sekiz sene önce 20 cigabayt hard diskli bir bilgisayar almak üzere araştırma yapıyordum ve (tıpkı şimdi bir teknolojik sorunla karşılaştığımda yaptığım gibi) aynı arkadaşıma sordum, “ne ki bu? iyi bir şey mi? yeterli olur mu?” gibisinden. “il halk kütüphanesindeki tüm kitapları sığdırabilirsin ona bee!” demişti; hiç unutmam. şimdi irili ufaklı yaklaşık on çanta cd ve dvd, epeyce dvd film, toplamda yaklaşık 700 cigabayt harici ve dahili hard disk ile belki yüz kütüphane hacminde (ama asla “kuvvetinde” değil) bir “veri yığını” sahibiyim. şimdiye kadar hiç “çok önemli” veri kaybım olmadı, bozulan (çizilen kırılan vs) malzemelere rağmen. olası dijital karanlık çağ beni pek etkilemeyecek gibi görünüyor; "yalnızca benim birikimlerim” söz konusu olduğunda elbette! ancak hükümetlerin ve kurumların öylesine büyük hacimlerdeki “bilgi” ve “belge”yi çok ciddi koruması gerekiyor. jerome amca, verilerin teknolojik gelişmelere paralel güncellenmesinin yanı sıra, açık yazılımlar kullanılmasını tavsiye ediyor. “brezilya, hollanda ve norveç, hükümet işlerinde tescilsiz dosya formatlarının kullanılmasını kararlaştıran ülkelere örnek gösteriliyor” diye bir bilgi veriliyor yazıda.
“ufukta bir dijital karanlık çağ görünüyor” düşüncesine, sadece bilgi – belge depolama bakımından değil, insan hayatıyla ilgili bir çok olası teknolojik etki bakımından katılıyorum. güvenlik, sağlık, özgürlük şu bu, bir çok “pek sallanmayan önemli şey” var insan hayatında! işte bu önemli şeyler, “zamana ve teknolojiye uyma” derdine bazen kötü niyetlerle (insanların özel hayatlarının izlenmesi ya da daha vahimi, insanların, hayatlarını “erişime açma” yolunda ikna edilmesi) bazen de terk edelim eski adetleri yenilik iyidir düşüncesine eklenmiş “ya hep ya hiç” yanılgısıyla istismar ve ihmal ediliyor; edilmese keşke ama ediliyor...
*dipnot
**başkası olsa en azından kayanın önüne koyardı tabelayı ancak söz konusu olanlar vogonlar: tabelayı kayanın arkasına, yirmi metre derinliğe gömmemiş olmaları bile şaşırtıcı!
devamını göster
kapat