22 Nisan 2009

kehanet (knowing)

bu gün geçen gün sinemaya* gittik. bir türlü kanımın ısınmadığı nicholas cage'in oynadığı, kehanet (knowing) isimli filme. nicholas cage'e ve yeteneksiz çocuk oyunculara rağmen, film ilgimi çekti. aslında unutulmaz, "arşivlik" diye bakılacak bir film değil. bazı özel efektler gerçekten etkileyici, bazı amerikanvari "duygusal" yakınlaşma / paylaşım sahneleri ise "tamam, peki, anladım" dedirtecek kadar uzun ya da gereksiz.

konusu kısaca şöyle: bir okulda, "elli sene sonra dünyamız nasıl olacak çocuklar, hadi çizerek anlatın" diyorlar. çocuklar da çatır çatır, işte füzedir, uçan arabadır bir şeyler çiziyorlar. tabii aralarında garip bir bebe var. o çizmiyor ve önündeki kağıdı rakamlarla dolduruyor. öğretmen, "süre doldu ki!" diye kağıdı önünden alana kadar, rakamları dizmeye devam ediyor kızcağız. elbette, elli sene geçiyor ve kızın rakamlarla doldurduğu kağıt john'un (n. cage) eline geçiyor ve tahmin edilebileceği gibi john bu rakamların bir anlamı olduğunu keşfediyor akabinde olaylar gelişiyor. olayların nasıl geliştiğiyle ilgili yazacaklarımı, filmi izlemeden (zira gösterimde bu aralar) okumamanı öneririm. siktir et, merak ettim, neymiş, diye hala okuyor göründüğüne göre şu an, son bir kez daha uyarayım, film güzel. iyi (ve ahlaklı) bir sinema salonunda izlemeye değer.

yazının, "bak okuma filmi izlemediysen" bölümü:

aslında john ölüymüş. ne oldu, mutlu oldun mu şimdi? bak, gerçekten okuma, filmi izlemiş olanların anlayabileceği şeyler de yazacağım, gerçi çok ilginç hem de çok acayip şeyler ama.. (yazıya böyle devam mı etsem acaba?) tamam yahu, karışmıyorum artık.

öncelikle 2012 yılının eylül ayında güzel gezegenimizin bir güneş fırtınasından oldukça kötü etkileneceğine dair iddiaları içeren habere göz atmakta yarar var.

bilim insanları 153 yıl önce hayatı felç eden güneş fırtınasının bir benzerinin kuzey amerika ve avrupa'yı 2012 eylül'ünde vuracağını tespit etti.
1859 yılının 1 eylül'ünde güneşten gelen anormal manyetik enerji nedeniyle telgraf sistemleri tamamen çökmüştü. ancak bu kez etki çok daha vahim olacak. uzmanlara göre benzer bir enerjinin dünyayı vurması durumunda tv, radyo yayınları tamamen kesilecek, elektrik sistemi tamamen devre dışı kalacak, cep telefon şebekeleri çökecek, sular kesilecek, gps sistemi çalışmayacak...
tüm bunların onarılması 20 yıl kadar sürecek bir yeniden inşa sürecini doğuracak. bu süreçte 100 bin avrupalı ve amerikalı hayatını kaybedecek. uzmanlara göre güneşten gelecek anormal enerji 1859 yılında gecenin saat 02:00'sinde gündüz gibi dünyanın aydınlanmasına sebep olmuştu.

kimmiş bu bilim adamları, bu haberin kaynağı neymiş, ne derece gerçekliğe isabet ediyormuş, tüm bunlar havada kalıyor malesef çünkü gazetelerde yazan bazı bebeler (ve amcalar, teyzeler) gerçekten "düdük" tipler... her neyse, beş dakikalığına "gerçekten de" bahsedildiği gibi, bir felaket gerçekleşecek diyelim. bir çok insan "din" kurumunun kapısını çalacaktır; bu hiç şaşırtıcı değil. aslına bakarsan, bireysel anlamda "ölüm"e (kendi ölümüne) yaklaşan bir çok insanda görülen bir şeydir bu.



john'un babası rahip, amerikan sinamasına özgü bir "denge kurma" çabası işte. baba rahip, oğul bilim adamı; eh dünya yok olacak, baba da ölecek oğul da, yapılacak bir şey yok. bilim adamı john önce, felaketten korunmak için rotamız "derin mağaralar" falan diyor ama sonuçta babasının kollarına gidiyor. "son anda hidayete erdi" düşüncesine ulaşmak yanlış ama. çünkü, "mağaralar", yanındaki insanları bir arada tutabilmek için ortaya attığı bir şey, felaketin boyutunun ve canlı kalmanın olanaksızlığının farkında. nihayetinde, uzun yıllar boyunca uzak kaldığı babasının yanında olmak istemesi de gayet insani...

filmin "din" propagandası yaptığını düşünmüyorum. en azından benim üzerimde öyle bir etkisi olmadı. "her şey tesedüfen başladı" ("shit happens" diyor john hatta), tamam böyle düşünüyorsun ve için rahat, peki "tesadüfen bitti" lafını neden aynı rahatlıkla söyleyemiyorsun? özlellikle bu "bitme" işi bu aralar olacaksa! yumurta göte dayandı ve "ehh... aslında bir güç var... tabii..." diye kıvıracaksın öyle mi? bak işte belki bu yüzden "filmde din propagandası var" diyorlardır. şunun şurasında (gazete haberi doğruysa) çok az bir zaman kaldı; belki filmle ilgili olarak "ben olsam..." cümlesini kurmak o kadar da fantastik değil?



filmin "dünya dışı varlık" faktörü çok daha isabetli verilebilirdi sanırım... "sağ gösterip sol vurma" derdine epeyce harcanmış zaten o faktör; işte "haaa... kötü, karanlık tipler değillermiş" kandırmacası, filmi gözümde ucuzlatıyor. gezegeni kontrol eden (izleyen ama müdahale de eden) ve "insanlığı" felaketten kurtaran bu varlıkların çabalarına karşılık, john'un babasının "kaderimde tanrı'nın emriyle ölmek varsa, bundan kaçacak değilim" tarzı teslimiyeti (ki ne yapsın adam, güneşten gelen bir felaket bu!) akla "insanların dünyadaki varlığında dünya dışı varlıkların müdahaleleri vardır" inancını hatırlatıyor. bana hatırlattı. hatta, bir ara moda olan, ortalıkta fasikülleri gezinen "uzay" kökenli garip "dini" akımları da hatırlattı.

bir gün (?) dünya cayır cayır yanmaya başladığında, herkes tarifi zor bir dehşet yaşayacaktır: öleceksin, herkes ölecek, akıl alır mı böyle bir şeyi? ama şimdi, şu an, yani pencereden hafif bir rüzgar eserken, çayını yudumlarken, asıl düşündürücü olan, milyonlarca insanı milyonlarca insanın "din" "toprak" vs nedenlerle çoktan öldürmüş olduğunu (ve öldürmeye devam ettiğini) bilmek. ağır mesaj kokuttum yine ortalığı ama gerçekten de, dünyaya göktaşı çarptı diye tüm insanların ölmesinden daha üzücü geliyor bana bu. sonuçta, "kader" ya da "şans" demek zorundasın doğal (ya da kozmik) felaketlere; belki bir ay sürer belki on yıl tüm canlıların yeryüzünden silinmesi, ama binlerce yıl boyunca "boşu boşuna" milyonlarca insan (ve canlı) zaten yok edildi bu gezegende...

aşağıdaki video, tam kaynağını bulamadığım, "bir göktaşı dünyamıza çarparsa etkisi ne olur?" temalı bir simülasyon. görüntüler zaten sinir bozucu ama çok daha düşündürücü olan, gezegenimizin bu duruma en az altı sefer düştüğüne yönelik kanıtlar olduğu iddiası.
her neyse, sonuçta bu simülasyon hakkında birileri "evet doğrudur, işte şu kurum, kişi falan filan hazırlamıştır" diyene kadar, "sadece bir animasyon" diye düşüneceğim, müziğin (pink floyd - the great gig in the sky) keyfini çıkaracağım ve görüntüleri pek ciddiye almayacağım.



not:) bu yazıda sanki eksik bir şeyler var, bana öyle geliyor? belki filmi tekrar izleyip bazı eklemeler yaparım daha sonra.

*şunu şiddetle söylemeliyim ki, dakikalarca reklam gösteren sinema salonlarından uzak durmalı! genellikle alışveriş merkezlerinde bulunan sinema salonları bu boka sardırıyorlar. araştır, mutlaka hem reklam göstermeyen hem de çok daha kaliteli (ses, salon büyüklüğü, koltuk rahatlığı vs) bir salon vardır yaşadığın şehirde. yoksa, evet, gitme sinemaya, indir internetten filmleri, hiç olmazsa tacize tecavüze uğramamış olursun. reklamını gördüğüm aklımda kalan tüm ürünlerin üzerlerine kocaman bir çarpı işareti koydum. örneğin, evreka sigorta mıdır nedir (özellikle düzgün yazmıyorum), hani şu braveheart filmine yamanmış reklam var ya... her izleyişimde midemi bulandırıyor. en çok aklımda o kaldı, aklıma geldikçe sinirimi bozuyor...

Share/Save/Bookmark

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder