rock'n coke çok eğlenceliydi. organizasyon da şahaneydi sadece içeri girmeye yakın yerleştirdikleri labirenti çok basit buldum. evet epeyce dolanıyorsun ama çıkışı bulmak çok kolaydı.
juliette lewis harika bir insan ama çok terli görünüyordu. sıradan bir amerikan filminde, bir rock bar'da çalan dandik bir grup olur ya, hani sırf film için bestelenmiş saçma sapan bir şarkı çalarlar (ki bu noktada bay evet filmindeki grubu [munchausen by proxy] ayrı tutmak isterim) işte juliette'in grubu da aşağı yukarı o kalitedeydi. "kadın sahnede çok başarılı, şahane bir oyuncu, kendine has bir duruşu var" yorumu yapan arkadaşlarıma "on yıllardır ozzy'si, bruce dickinson'ı aynen bu şekilde davranıyor sahnede; üstelik neredeyse aynı kıyafetlerle" diyerek süper bir açıklama yaptığımı söylemeliyim. ne süperdi peki o zaman? juliette tabii ki ama tekrar söylüyorum çok terliydi.
juliette lewis
heyecanla beklediğim jane's addiction (ve bir ara red hot chili peppers'da çalan [one hot minute albümünde] dave navarro] sahnedeyken, ankara'dan bir arkadaşım ile karşılaştım. sırf jane's addiction için geldiğini söyledi; hak verdim. "ben de çok seviyorum bu adamları; gerçi bende tek albümleri var ama..." gibi bir şey söyledim. "evet, benim cd sendeki" dedi ebru ve taşlar yerine oturdu. evet, yıllar önce ankara'da, bir şekilde bana ulaşmıştı albüm ve iade etmemiştim. ama arada kaynamıştı daha çok, yani "üzerine yattım oh benim oldu" diye düşünmemiştim. utandım biraz, gülerek... şahane bir zamanlama doğrusu!
jane's addiction
sonra duman çıktı; onlar çalarken çimlerdeydim. çoğu şarkılarını emre'lerden (blue life) dinlemek yetiyor bana doğrusu. aslında çok takip etmediğim ama genellikle sevdiğim nine inch nails çıkana kadar geyik yaptık kısacası. hava da biraz kararmaya başlamıştı ve nin çıktı; trent reznor ve saz arkadaşları "sert" ve tatminkar bir "gürültü" ile çaldılar. keyboard'u devirme, seyirciye mikrofon atma, konser bitiminde gitarı fırlatma gibi "agresif" davranışlar gösterdi trent abi ama gözüme batmadı bu taşkınlıkları...
nine inch nails
prodigy için "en önden izleyelim" gazına geldim ve bu gazı sadece tek arkadaşım paylaştı benimle. manyaklar çıktığı anda hemen arkamda başlayan "pogo" nanesine bir süre direndim, hatta tunç'un "sen de zıpla o zaman fazla etkilenmezsin" tavsiyesine bile uydum bir süre. yıllar öncesinin ankara road-house günlerini andım küfürle ve "yok, ben gidiyorum buradan" deyip neredeyse en arkalara kadar uzadım. ses muhteşemdi, özellikle bas dalga gibi çarpıyordu zaten. prodigy'nin bazı albümlerini çok severim ama canlı performanslarını gereğinden fazla "sözlü" buluyorum; o iki zibidi bazen güzelim şarkıları piç ediyorlar abuk sabuk laflarıyla. bir yandan da o abuk sabuk laflar ile seyirciyi kıvama getiriyorlar, onu da kabul etmek gerek. maxim'in herkesi çöktürmesi şahaneydi bak; işte, dedim daha sonra, devrim olacaksa böyle olmalı, herkes bir an çökmeli ama kimse "lan nasıl görünüyor, yok ben çökmem" dememeli, işte o zaman tüm bir kalabalığın zıplayışı muhteşem olur. kimse ciddiye almadı tabii...
the prodigy
ertesi gün cold war kids'i kaçırdığıma üzüldüm. biz alana vardığımızda ne tür bir bayağılık ve kolaj olduğuna bir türlü karar veremediğim, rock'ın en kalitesiz frekansı ile arabeskin ucuz genlerinin komik bir karışımı gibi gördüğüm h.cepkin sahneye çıkma hazırlığındaydı. "yahu siktiredin, gidip bira alalım" görüşünde olsam da, yüksel ve kardeşim, "merak ettik bir bakalım, bu kadar ıkındılar ne çıkacak" dediler ve "orrayt yahu" dedim. kolaj sahneye çıktı ve kısa süre sonra kendimizi alternatif sahnenin önünde bulduk. ekonomik krizle beraber işten atılan üç ingilizin (we have band) hiç de fena olmayan performanslarını izleyip bira tükettik. biraz etrafta dolandık ve janella monae'yi izlemeye karar verdik. ismini ilk defa duyduğum bu kadın harika bir performans sergiledi; müzik gerçekten sağlamdı ve janelle çok eğlenceliydi. taburenin üzerinde michael jackson anısına şarkı söylerken çocuk gibiydi ama bir süre sonra kendini seyircilerin üzerine atacak kadar da (bak: stagedive) serseriydi. şarkı söylerken resim yapmasını sevdim, hadi bakalım dedim, ama yaptığı resmi seyirciye hediye etmesini daha çok sevdim.
janella monae
limp bizkit yok pardon linkin park'ı "breaking the habbit"biter bitmez terkettim ve santigold'u beklemek üzere çimlerde buluştuk. o kadar performans geldi geçti bir tanesini bile en önden izlemedim rahatsız düşüncesine santigold sevgisi karıştı ve en önde beklemeye başladım. bir süre sonra iki robotumsu vokalist kızıyla çıktı santigold. hastayım falan deyince ben de pek sert bir performans beklemedim kendisinden ancak gayet de keyifliydi sahnesi. sonlara doğru sen, sen, sen de gel diye üç beş kişiyi sahneye çağırdı. bunun üzerine, "keşke biraz daha bira içseymişim" ile "iyi ki fazla bira içmemişim" düşünceleri kafamın içinde bir süre dolandı ve sahnede dans edenleri izlemeyi tercih ettim. gayet keyifliydi.
santigold
dediğim gibi, cold war kids'i kaçırdığıma üzüldüm ayrıca bilmediğim bir çok grubu da izleyemedim ya o sırada başka bir performans tercih ettiğimden ya da yetişemediğimden. bak gren de iyiydi, az daha unutuyordum. cartel'i izlemek fena olmazdı, ama manga ile nasıllardı bilmiyorum; o sırada yoldaydık. yakında faith no more gelecek ama gidemeyeceğim sanırım, hem hafta içi olmasından dolayı hem de çok üşeniyorum. keşke linkin park yerine onlar çıksaydı...
fotolar:
santigold, janelle monae, nin : yüksel
the prodigy : dunç
[diyorum ki, buraya yazdıklarım, eklediklerim, ne bileyim üç ay sonra, beş yıl sonra anlamsız kaçmasın, bir şey ifade etsin; işte bu yüzden "günün şeyleri"ne pek bulaşmıyorum, bu gün cart curt çıktı (oldu, öldü, hortladı, patladı, çiçek açtı vs vs) gibi şeylere pek yer vermiyorum. ama bu temmuz (2009) hakkında artık bir şeyler söylemem lazım sanki. tamam bilgisayar bozuldu, tatildi konserdi zaman bulamadım ama bunlar bahane. bilemiyorum belki de şöyle bir şey:
bu komedi dizilerindeki gülme efektleri yıllar sonra insanlara çok aptalca gelecek, nasıl ki tüm filmi tek bir adamın seslendirmesi saçma geliyorsa...]
juliette lewis harika bir insan ama çok terli görünüyordu. sıradan bir amerikan filminde, bir rock bar'da çalan dandik bir grup olur ya, hani sırf film için bestelenmiş saçma sapan bir şarkı çalarlar (ki bu noktada bay evet filmindeki grubu [munchausen by proxy] ayrı tutmak isterim) işte juliette'in grubu da aşağı yukarı o kalitedeydi. "kadın sahnede çok başarılı, şahane bir oyuncu, kendine has bir duruşu var" yorumu yapan arkadaşlarıma "on yıllardır ozzy'si, bruce dickinson'ı aynen bu şekilde davranıyor sahnede; üstelik neredeyse aynı kıyafetlerle" diyerek süper bir açıklama yaptığımı söylemeliyim. ne süperdi peki o zaman? juliette tabii ki ama tekrar söylüyorum çok terliydi.
juliette lewis
heyecanla beklediğim jane's addiction (ve bir ara red hot chili peppers'da çalan [one hot minute albümünde] dave navarro] sahnedeyken, ankara'dan bir arkadaşım ile karşılaştım. sırf jane's addiction için geldiğini söyledi; hak verdim. "ben de çok seviyorum bu adamları; gerçi bende tek albümleri var ama..." gibi bir şey söyledim. "evet, benim cd sendeki" dedi ebru ve taşlar yerine oturdu. evet, yıllar önce ankara'da, bir şekilde bana ulaşmıştı albüm ve iade etmemiştim. ama arada kaynamıştı daha çok, yani "üzerine yattım oh benim oldu" diye düşünmemiştim. utandım biraz, gülerek... şahane bir zamanlama doğrusu!
jane's addiction
sonra duman çıktı; onlar çalarken çimlerdeydim. çoğu şarkılarını emre'lerden (blue life) dinlemek yetiyor bana doğrusu. aslında çok takip etmediğim ama genellikle sevdiğim nine inch nails çıkana kadar geyik yaptık kısacası. hava da biraz kararmaya başlamıştı ve nin çıktı; trent reznor ve saz arkadaşları "sert" ve tatminkar bir "gürültü" ile çaldılar. keyboard'u devirme, seyirciye mikrofon atma, konser bitiminde gitarı fırlatma gibi "agresif" davranışlar gösterdi trent abi ama gözüme batmadı bu taşkınlıkları...
nine inch nails
prodigy için "en önden izleyelim" gazına geldim ve bu gazı sadece tek arkadaşım paylaştı benimle. manyaklar çıktığı anda hemen arkamda başlayan "pogo" nanesine bir süre direndim, hatta tunç'un "sen de zıpla o zaman fazla etkilenmezsin" tavsiyesine bile uydum bir süre. yıllar öncesinin ankara road-house günlerini andım küfürle ve "yok, ben gidiyorum buradan" deyip neredeyse en arkalara kadar uzadım. ses muhteşemdi, özellikle bas dalga gibi çarpıyordu zaten. prodigy'nin bazı albümlerini çok severim ama canlı performanslarını gereğinden fazla "sözlü" buluyorum; o iki zibidi bazen güzelim şarkıları piç ediyorlar abuk sabuk laflarıyla. bir yandan da o abuk sabuk laflar ile seyirciyi kıvama getiriyorlar, onu da kabul etmek gerek. maxim'in herkesi çöktürmesi şahaneydi bak; işte, dedim daha sonra, devrim olacaksa böyle olmalı, herkes bir an çökmeli ama kimse "lan nasıl görünüyor, yok ben çökmem" dememeli, işte o zaman tüm bir kalabalığın zıplayışı muhteşem olur. kimse ciddiye almadı tabii...
the prodigy
ertesi gün cold war kids'i kaçırdığıma üzüldüm. biz alana vardığımızda ne tür bir bayağılık ve kolaj olduğuna bir türlü karar veremediğim, rock'ın en kalitesiz frekansı ile arabeskin ucuz genlerinin komik bir karışımı gibi gördüğüm h.cepkin sahneye çıkma hazırlığındaydı. "yahu siktiredin, gidip bira alalım" görüşünde olsam da, yüksel ve kardeşim, "merak ettik bir bakalım, bu kadar ıkındılar ne çıkacak" dediler ve "orrayt yahu" dedim. kolaj sahneye çıktı ve kısa süre sonra kendimizi alternatif sahnenin önünde bulduk. ekonomik krizle beraber işten atılan üç ingilizin (we have band) hiç de fena olmayan performanslarını izleyip bira tükettik. biraz etrafta dolandık ve janella monae'yi izlemeye karar verdik. ismini ilk defa duyduğum bu kadın harika bir performans sergiledi; müzik gerçekten sağlamdı ve janelle çok eğlenceliydi. taburenin üzerinde michael jackson anısına şarkı söylerken çocuk gibiydi ama bir süre sonra kendini seyircilerin üzerine atacak kadar da (bak: stagedive) serseriydi. şarkı söylerken resim yapmasını sevdim, hadi bakalım dedim, ama yaptığı resmi seyirciye hediye etmesini daha çok sevdim.
janella monae
limp bizkit yok pardon linkin park'ı "breaking the habbit"biter bitmez terkettim ve santigold'u beklemek üzere çimlerde buluştuk. o kadar performans geldi geçti bir tanesini bile en önden izlemedim rahatsız düşüncesine santigold sevgisi karıştı ve en önde beklemeye başladım. bir süre sonra iki robotumsu vokalist kızıyla çıktı santigold. hastayım falan deyince ben de pek sert bir performans beklemedim kendisinden ancak gayet de keyifliydi sahnesi. sonlara doğru sen, sen, sen de gel diye üç beş kişiyi sahneye çağırdı. bunun üzerine, "keşke biraz daha bira içseymişim" ile "iyi ki fazla bira içmemişim" düşünceleri kafamın içinde bir süre dolandı ve sahnede dans edenleri izlemeyi tercih ettim. gayet keyifliydi.
santigold
dediğim gibi, cold war kids'i kaçırdığıma üzüldüm ayrıca bilmediğim bir çok grubu da izleyemedim ya o sırada başka bir performans tercih ettiğimden ya da yetişemediğimden. bak gren de iyiydi, az daha unutuyordum. cartel'i izlemek fena olmazdı, ama manga ile nasıllardı bilmiyorum; o sırada yoldaydık. yakında faith no more gelecek ama gidemeyeceğim sanırım, hem hafta içi olmasından dolayı hem de çok üşeniyorum. keşke linkin park yerine onlar çıksaydı...
fotolar:
santigold, janelle monae, nin : yüksel
the prodigy : dunç
[diyorum ki, buraya yazdıklarım, eklediklerim, ne bileyim üç ay sonra, beş yıl sonra anlamsız kaçmasın, bir şey ifade etsin; işte bu yüzden "günün şeyleri"ne pek bulaşmıyorum, bu gün cart curt çıktı (oldu, öldü, hortladı, patladı, çiçek açtı vs vs) gibi şeylere pek yer vermiyorum. ama bu temmuz (2009) hakkında artık bir şeyler söylemem lazım sanki. tamam bilgisayar bozuldu, tatildi konserdi zaman bulamadım ama bunlar bahane. bilemiyorum belki de şöyle bir şey:
bu komedi dizilerindeki gülme efektleri yıllar sonra insanlara çok aptalca gelecek, nasıl ki tüm filmi tek bir adamın seslendirmesi saçma geliyorsa...]
selam:))
YanıtlaSilşükür kavuşturana mı diyelim??
en çok da festival yorumunu merak ediyordum:))bir kaç yıl sonrada okunabilecek bir info olmuş hocam:))Benim için linkin park güzeldi ama santigold süperdi...Gelecek sene Coca-cola'nın dehşet bir projesi var festival ile ilgili,umarım gerçekleştirirler...
Faith no more'a buyur İstanbul'a:))Yarın Cohen'dayız...konseri, belgeseli ile birlikte yorumlamanı isterdim...
ılık İstanbul gecelerine ve müziğin başkentine bekleriz efennimmmmmmmm:)))
özlemişim yazılarını...
Sevgiler...
evet çok ihmal ettim ama ben de özlemişim yazmayı:)
YanıtlaSilfaith no more için planları yapmıştım ama bu aralar biraz yoğunluk var (iş güç)... uzun bir (yok iki) otobüs yolculuğuna değer (uçak konusunu kapadım zaten) ancak dediğim gibi hem hafta içi olması hem de üşengeç olmam büyük engel:) bir ay sonra falan olsaydı keşke...
nesli, cohen deme noolur..
YanıtlaSilşimdi bi davetiye bulsam şimdi hemman uçar giderim inan.. bilet konusuna hiç gir(e)miyorum :(
ama belgesel konusundan da çıkamıyorum izlediğimden beri..
efsanenin tadını çıkarın :)
p.s. akşam gözüne çarparsa, indirimli biletler piyasaya çıktıysa yarın ordayım!
Sevgili Demo,
YanıtlaSilYanlış alarm, ben 6 agustos'da Cohen'daydım:))Ama muhteşemdi dememe gerek var mı bilemiyorum??????O benim izlediğim en muhteşem performans...Bi daha bulsam yine giderim...bi daha,bi daha:)))
nin ve prodigy de iyiydi bence:)
YanıtlaSil