-havlu aradım, bulmaya çalışırken kurumuşum, hatta tüylerim bile çıkmış.
-havlu aradım, kımıldanıp duran tüylü bir şey gördüm onunla kurulandım. daha az ses çıkaranını tercih ederdim.
-sahilde balık lokantası vardı; bir ufak rakı söyledim, iki alabalık yedim.
-vay be hala yaşıyorum ne süper dedim ve sağıma soluma bakındım. şimdilik bununla idare edeyim dedim ve ölmediğim için güneşe şükrettim. gözüm acıdı.
-kalp krizi geçirip öleceğim sandım, hemen suya attım kendimi. o kısacık sürede nasıl yaramışsa toprak mı rüzgar mı artık neyse, kısa sürede serpildim, devasa bir yaratığa dönüştüm.
-tepelerden nazi birlikleri durmak bilmeden kurşun yağdırıyordu; ne bok yiyeceğimi bilemedim. karnından vurulmuş, ölmek üzere olan bir herif "o-ha nerde kaldın, daha yeni mi çıkıyorsun?" dedi. ya da başka bir şey dedi? "önce ateşi bulmam gerek, sonra yazı falan çok işim var" diye söylendim; "tabii ateş derken bunu kastetmiyorum" diyecektim ki , üzerime gelen kurşunu göstererek, yarım kaldı cümlem.
-bir şey yapmak gelmedi içimden. bir şey yapmadım ben de.
-masaya yaklaştım; bakımlı ve hoş görünümlü, kırmızı dar elbiseli bir kadın selamladı beni. bir katalog uzattı, bir de sözleşme. üzerinde siyah noktalar olan, tank gibi, üstelik kırmızı (en sevdiğim renk!) diye, bir de ismi de hoşuma gittiği için ("uğur böceği olsun, hem bize de uğur getiririm belki" dedim kadına, sırıtarak) seçimimi yaptım. hayvan herifler, aslanı da, tavuğu da, uğur böceğini de aynı boyuttaymış gibi göstermişler katalogda. ne gezer bende boyut algısı, hayvan bilgisi; daha dudağımın kenarındaki yosun düşmedi! ama hepsinden çok, kadının "ilk yavşak da çıkmış oldu..." diye söylenmesi koydu bana. duymadım sandı ama yanılıyor, ortalıkta kulak diye bir şeyin olmaması, duymak diye bir şeyin olmaması anlamına gelmez!
-çoluk çocuğa gözleme yaptım; bir yediler bir yediler sorma! sonra gölgelik bir yer, ev bark, yorgan sepet aramaya başladık bir de bakmışım milyon yıl geçmiş gitmiş...
-bir sigara yaktım. beyaz atlet ve slip don üzerimde kuruyana kadar güneşin altında sigara içtim.
-çıkar çıkmaz basınç farkından olsa gerek, gözüm karardı, "dünyanın sonu geldi, hepimiz ölece'z!" diye bağırmaya başladım. kimse ciddiye almadı beni. "lan salak salak debelenip durmayın, evrim diye bir şey yok!" diye bağırdım, yine kimse ciddiye almadı. "boktunuz, koktunuz!" diye söylenerek bir iki sürüngen ezdim ben de sinirlenerek. "doktor olacaktım beeen! " diye haykırdı biri ölürken...
-memur beye kimliğimi gösterdikten sonra sıraya girdim.
-hikmet abileri aradı gözlerim demek isterdim ama gözlerimin çıkmasını üç yüz bin yıl kadar beklemem gerekti. bu arada gitmişler hikmet abiler tabii...
-demek buralar hep dutlukmuş dedim, ne saçma lan dedim, dut yedim.
karikatür: gary larson
-havlu aradım, kımıldanıp duran tüylü bir şey gördüm onunla kurulandım. daha az ses çıkaranını tercih ederdim.
-sahilde balık lokantası vardı; bir ufak rakı söyledim, iki alabalık yedim.
-vay be hala yaşıyorum ne süper dedim ve sağıma soluma bakındım. şimdilik bununla idare edeyim dedim ve ölmediğim için güneşe şükrettim. gözüm acıdı.
-kalp krizi geçirip öleceğim sandım, hemen suya attım kendimi. o kısacık sürede nasıl yaramışsa toprak mı rüzgar mı artık neyse, kısa sürede serpildim, devasa bir yaratığa dönüştüm.
-tepelerden nazi birlikleri durmak bilmeden kurşun yağdırıyordu; ne bok yiyeceğimi bilemedim. karnından vurulmuş, ölmek üzere olan bir herif "o-ha nerde kaldın, daha yeni mi çıkıyorsun?" dedi. ya da başka bir şey dedi? "önce ateşi bulmam gerek, sonra yazı falan çok işim var" diye söylendim; "tabii ateş derken bunu kastetmiyorum" diyecektim ki , üzerime gelen kurşunu göstererek, yarım kaldı cümlem.
-bir şey yapmak gelmedi içimden. bir şey yapmadım ben de.
-masaya yaklaştım; bakımlı ve hoş görünümlü, kırmızı dar elbiseli bir kadın selamladı beni. bir katalog uzattı, bir de sözleşme. üzerinde siyah noktalar olan, tank gibi, üstelik kırmızı (en sevdiğim renk!) diye, bir de ismi de hoşuma gittiği için ("uğur böceği olsun, hem bize de uğur getiririm belki" dedim kadına, sırıtarak) seçimimi yaptım. hayvan herifler, aslanı da, tavuğu da, uğur böceğini de aynı boyuttaymış gibi göstermişler katalogda. ne gezer bende boyut algısı, hayvan bilgisi; daha dudağımın kenarındaki yosun düşmedi! ama hepsinden çok, kadının "ilk yavşak da çıkmış oldu..." diye söylenmesi koydu bana. duymadım sandı ama yanılıyor, ortalıkta kulak diye bir şeyin olmaması, duymak diye bir şeyin olmaması anlamına gelmez!
-çoluk çocuğa gözleme yaptım; bir yediler bir yediler sorma! sonra gölgelik bir yer, ev bark, yorgan sepet aramaya başladık bir de bakmışım milyon yıl geçmiş gitmiş...
-bir sigara yaktım. beyaz atlet ve slip don üzerimde kuruyana kadar güneşin altında sigara içtim.
-çıkar çıkmaz basınç farkından olsa gerek, gözüm karardı, "dünyanın sonu geldi, hepimiz ölece'z!" diye bağırmaya başladım. kimse ciddiye almadı beni. "lan salak salak debelenip durmayın, evrim diye bir şey yok!" diye bağırdım, yine kimse ciddiye almadı. "boktunuz, koktunuz!" diye söylenerek bir iki sürüngen ezdim ben de sinirlenerek. "doktor olacaktım beeen! " diye haykırdı biri ölürken...
-memur beye kimliğimi gösterdikten sonra sıraya girdim.
-hikmet abileri aradı gözlerim demek isterdim ama gözlerimin çıkmasını üç yüz bin yıl kadar beklemem gerekti. bu arada gitmişler hikmet abiler tabii...
-demek buralar hep dutlukmuş dedim, ne saçma lan dedim, dut yedim.
karikatür: gary larson
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder