oyun: önce kelime vardı* derler ya, işte hemen sonra oyun başladı. bu oyunu, taşı öbür taşa atmak gibi anlayabilirsin ama o kadar basit değil. zaman geçirmek, bir faaliyette bulunmak anlamında değil de, taklit etmek, öyleymiş gibi yapmak diyebileceğim, çocukken herkesin gayet keyifle becerdiği, büyüdükçe çocukça bulduğu ama tüm ciddiyetiyle ara vermeden devam ettiği oyun: erkek, kadın, delikanlı, savaşçı, sanatçı, ahlaklı, dindar, eşitlikçi, özgürlükçü, milliyetçi, demokrat, kral, peygamber, paşa, tanrı artık aklına ne gelirse o olmaca... ölmek üzere olanların (daha çok yaşlı insanları kastediyorum; artık ölümü bekleyenlerin) söylediklerini dinlemek gerekir; artık oyun oynayacak halleri kalmamıştır çünkü... işte o yaşlı erkekler, kadınlar, delikanlılar, savşçılar, sanatçılar vs. çemberi aşağı yukarı tamamlamış, çevresindeki aptal büyük insanları taklit etmeye çalışan çocukların, bu işe girişmeden önceki hallerine yaklaşmışlardır. tek bir farkla; küçük bir çocuğunkine kıyasla bu amcanın, teyzenin manidar bir sırıtışla söylediği "koy götüne gitsin!" çok daha anlamlı ve doğaya uygundur.
aşk: bir insanın bir başka insana "neden" aşık olduğunu "tam olarak" anlarsan, özümsersen, o insana sen de aşık olursun**. bununla beraber, bir insanın bir başka insanı "neden" sevmediğini "tam olarak" anladığında, özümsediğinde, onun sevmediği insanı senin de sevmemen bir zorunluluk değildir. işte, dini inançları yoğun biri ile bir tanrı tanımaz, birbirlerini anlamaya çalıştıklarında, tam da bu anlamda zor bir işe girişirler: dini inançları yoğun olan, tanrı tanımazın neden inanmadığını "tam olarak" anlayabilir ve yine de inanmaya devam edebilir ama tanrı tanımaz dini inançları yoğun olanın "aşkını" "tam olarak" anlayamaz. en iyi ihtimalle, "herkesin aşkı kendine" deyip, başka bir konudan konuşup çay içmeleri en akıllıca tercih gibi görünüyor bana...
costanza: "ben boktan reklam müzikleri gibiyim" diyor george costanza, "duyarsın ve nefret edersin ama üç beş kere kulağına çalındıktan sonra bir de bakmışsın, duşta mırıldanmaya başlamışsın..." arada sırada izlemek hoş olabilir ama asla yanında istemeyeceğin bir tip. komik adam; seviyorum ama benzerleri benden uzakta, kendisi kurgusal olduğu için daha da bir seviyorum onu.
küstahlık: toprak, hava, ateş, su ve tahta*** hakkında çok az şey biliyor insanlık. yani bilebileceği kadarının çoğunu biliyordur, saat kaç oldu, ama özellikle su hakkında asla bilemeyeceği çok şey var insanlığın. bana öyle geliyor... her türlü farklı boyuttan arkadaşla tartışırım... ("satıyorsunuz lan siz suyu, ne konuşuyorsun düdük" diyecekler diye korkuyorum ama ona da cevabım var: "biz gerekirse ruhumuzu bile satıyoruz; öyleyiz, eksiğiz, adiyiz...")
sanal gerçeklik: koskoca wasteland'de toplasan üç çift vardır birbirine aşık; gezegenimizin kıymetini bilelim. (tüh; twitter'e yazacaktım bunu...)
sinek cesareti: sonunda anladım ki, minicik sivri sineğin (ya da kara sineğin ya da geri kalan tüm canlıların) bir o yandan, bir bu yandan kendisinden çok ama çok daha büyük bir canlının üzerine üzerine gitmesinin ardında cesaret ya da "öldüm ulan açlıktan; gözüm görmüyor hiç bir şeyi" gibisinden bir çaresizlik isyanı yok. o sadece hakkını arıyor; üzerine düşeni yapıyor. benim sineğe kızmamın, dalağımın böbreğime kızmasından farkı yok. ulan dalak böbrek hepiniz bana çalışıyorsunuz ne itişip kalkışıyorsunuz demez miydim; derdim.
ben yaptım: gerçekten de; internet üzerinden film, müzik, oyun ıvır zıvır indirenlerin çok büyük bölümü zaten sinemaya asla gitmeyen, asla müzik albümü falan almayan kişiler. onlar internet olmasaydı, zaten televizyonun başında oturacaklardı; potansiyel müşterilerin falan değiller yeme beni; bildiğin mal, angut tipler! neden kıymetli oldular ki? bir de indiriliyor diye yaygara yaptığın şeylerin (film, müzik, oyun vs) çok büyük bir bölümü boktan, kalitesiz saçma sapan... ne diye ağlıyorsun anlamıyorum. aklı başında, azıcık kendi zamanına saygısı olan hiç kimse indirmiyor zaten onları. o halde, angutlara hitap eden şeyleri angutlar satın almıyor diye kızıyorsan, siktir git derim ben sana! şunun net anlaşılması gerek; senin müzik, film, oyun dediğin şeylerin hepsi maddi olarak, boş harddisk'in ağırlığını miligram ölçüsünde bile değiştirmiyor! dünyanın nesneleri, algıları, anlamları değişti: üzerine başka şarkı çekebileceğim, hard diskimin ölçülebilir derecede ağırlığını değiştirebilecek bir mp3 dosyası yap ben de "abiii, hırsızlık lan bu..." demeye başlayım yavaştan....
* düşünsene, kelimeden önce, "önce" bile yoktu.
** bu yüzden aşk ağzından düşmeyen, üzerine konuşulması bir türlü bitmeyen bir kavramdır çünkü ötekinin aşkını bir türlü tam olarak anlayamazsın ve o sonuna kadar anlatmak ister...
*** işte anca o kadar; tahta kadar....
görsel: polly morgan
aşk: bir insanın bir başka insana "neden" aşık olduğunu "tam olarak" anlarsan, özümsersen, o insana sen de aşık olursun**. bununla beraber, bir insanın bir başka insanı "neden" sevmediğini "tam olarak" anladığında, özümsediğinde, onun sevmediği insanı senin de sevmemen bir zorunluluk değildir. işte, dini inançları yoğun biri ile bir tanrı tanımaz, birbirlerini anlamaya çalıştıklarında, tam da bu anlamda zor bir işe girişirler: dini inançları yoğun olan, tanrı tanımazın neden inanmadığını "tam olarak" anlayabilir ve yine de inanmaya devam edebilir ama tanrı tanımaz dini inançları yoğun olanın "aşkını" "tam olarak" anlayamaz. en iyi ihtimalle, "herkesin aşkı kendine" deyip, başka bir konudan konuşup çay içmeleri en akıllıca tercih gibi görünüyor bana...
costanza: "ben boktan reklam müzikleri gibiyim" diyor george costanza, "duyarsın ve nefret edersin ama üç beş kere kulağına çalındıktan sonra bir de bakmışsın, duşta mırıldanmaya başlamışsın..." arada sırada izlemek hoş olabilir ama asla yanında istemeyeceğin bir tip. komik adam; seviyorum ama benzerleri benden uzakta, kendisi kurgusal olduğu için daha da bir seviyorum onu.
küstahlık: toprak, hava, ateş, su ve tahta*** hakkında çok az şey biliyor insanlık. yani bilebileceği kadarının çoğunu biliyordur, saat kaç oldu, ama özellikle su hakkında asla bilemeyeceği çok şey var insanlığın. bana öyle geliyor... her türlü farklı boyuttan arkadaşla tartışırım... ("satıyorsunuz lan siz suyu, ne konuşuyorsun düdük" diyecekler diye korkuyorum ama ona da cevabım var: "biz gerekirse ruhumuzu bile satıyoruz; öyleyiz, eksiğiz, adiyiz...")
sanal gerçeklik: koskoca wasteland'de toplasan üç çift vardır birbirine aşık; gezegenimizin kıymetini bilelim. (tüh; twitter'e yazacaktım bunu...)
sinek cesareti: sonunda anladım ki, minicik sivri sineğin (ya da kara sineğin ya da geri kalan tüm canlıların) bir o yandan, bir bu yandan kendisinden çok ama çok daha büyük bir canlının üzerine üzerine gitmesinin ardında cesaret ya da "öldüm ulan açlıktan; gözüm görmüyor hiç bir şeyi" gibisinden bir çaresizlik isyanı yok. o sadece hakkını arıyor; üzerine düşeni yapıyor. benim sineğe kızmamın, dalağımın böbreğime kızmasından farkı yok. ulan dalak böbrek hepiniz bana çalışıyorsunuz ne itişip kalkışıyorsunuz demez miydim; derdim.
ben yaptım: gerçekten de; internet üzerinden film, müzik, oyun ıvır zıvır indirenlerin çok büyük bölümü zaten sinemaya asla gitmeyen, asla müzik albümü falan almayan kişiler. onlar internet olmasaydı, zaten televizyonun başında oturacaklardı; potansiyel müşterilerin falan değiller yeme beni; bildiğin mal, angut tipler! neden kıymetli oldular ki? bir de indiriliyor diye yaygara yaptığın şeylerin (film, müzik, oyun vs) çok büyük bir bölümü boktan, kalitesiz saçma sapan... ne diye ağlıyorsun anlamıyorum. aklı başında, azıcık kendi zamanına saygısı olan hiç kimse indirmiyor zaten onları. o halde, angutlara hitap eden şeyleri angutlar satın almıyor diye kızıyorsan, siktir git derim ben sana! şunun net anlaşılması gerek; senin müzik, film, oyun dediğin şeylerin hepsi maddi olarak, boş harddisk'in ağırlığını miligram ölçüsünde bile değiştirmiyor! dünyanın nesneleri, algıları, anlamları değişti: üzerine başka şarkı çekebileceğim, hard diskimin ölçülebilir derecede ağırlığını değiştirebilecek bir mp3 dosyası yap ben de "abiii, hırsızlık lan bu..." demeye başlayım yavaştan....
* düşünsene, kelimeden önce, "önce" bile yoktu.
** bu yüzden aşk ağzından düşmeyen, üzerine konuşulması bir türlü bitmeyen bir kavramdır çünkü ötekinin aşkını bir türlü tam olarak anlayamazsın ve o sonuna kadar anlatmak ister...
*** işte anca o kadar; tahta kadar....
görsel: polly morgan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder