[izledikten sonra oku bence diyeyim en başta...]
yazar, diplomat, asker ve geleceğin dış işleri bakanı robert conway, çin'in baskul şehrinden 90 batılı vatandaşı bulabildiği uçaklara bindirmek suretiyle kurtarıp, son görevini gerçekleştirir. kendisini ve yanında bulunan dört kişiyi ingiltere'ye götürecek uçağa biner.
zorlu kış şartlarında havalanan uçağın farklı bir yönde ilerlediğini, pilotlarının yerinde başka birinin olduğunu epey zaman sonra fark ederler. karlarla kaplı dağlık bir bölgeye düşercesine iner uçak, pilot ölmüş görünüyordur. fazla ümit yoktur, dağ başında, fırtınanın ortasında kalmışlardır.
yanlarında kendileri için hazırlanmış giysiler de getiren bir kafile ortaya çıkar, onları yüksek dağların çevrelediği ve bahar havası yaşanan shangri-la'ya götürür. ütopik bir kenttir burası, cehennem içinde, cehennemden kendini ayrı ve gizli tutmayı başarmış, sakin bir kent.
1937 yılında, james hilton'un aynı isimli romanından uyarlanarak, frank capra yönetmenliğinde çekilmiş lost horizon. çok para harcamışlar, devasa setler kurmuşlar ve fıstık gibi film yapmışlar. ikinci dünya savaşından neredeyse biraz önce, "savaşlardan, ölümlerden, para ve hırslardan uzak bir toplum düşünülebilir pekala da!" diyor film geneline bakıldığında. daha kente adım atar atmaz içine bir huzur doluyor robert conway'in; üç beş adım atmasıyla aşkı buluyor, eh hemen sonra da paldır küldür yere yuvarlanıyor... "sanki daha önce de buradaydım ben, her şey bana çok tanıdık ve huzur verici geliyor" diyor, bu durum kafasını karıştırıyor. "e ama sen hayatın boyunca böyle bir yerin hayalini kurmadın mı?" diyorlar ona.
ilk etapta her şeye şaşkınlık ve huzurla bakan robert, kısa süre sonra nerede bulunduklarını araştırmaya başlıyor.
belki dönemin şartlarıdır bilmiyorum ama din denilince hristiyanlık cepte duruyor; her şeyin ardında hritiyanlık inancını terk etmemiş bir peder var sonuçta. yine de chang, "her türlü aşırılıktan kaçınma erdemini gerçekleştirmeye çalışıyoruz, aşırı faziletli olmak da buna dahil!" diyor. orta yolu bulalım, böylece mutlu oluruz, diyor. diğer cepte de aristoteles var yani. kısacası, bir şekilde gül gibi geçinip gidiyor shangri-la sakinleri. bir de aşk durumu var tabii. robert'in kardeşi george da aşkı buluyor burada ancak ilk fırsatta evine dönmek istiyor. yıllarca (uzun yıllarca, çok uzun) prensini bekleyen shangri-la sakini maria'nın da yardımıyla kaçabilmek için her şeyi ayarlıyor. burada ilginç bir durum var; kente ulaşmak, nerede olduğunu bulmak çok zor, neredeyse imkansız. kolay mı cehennemde cenneti bulmak! bununla beraber, kentten çıktıktan sonra, canlı kalabilmek için bedelini bir şekilde ödemek zorunda olduğun şehir hayatına ulaşman da çok zor: dağ - taş, kar - fırtına tüm bunlar yetmez bir de doğru yolu gösterecek rehberlerle anlaşman gerek...
george bildiği dünyanın ötesinde huzur bulamıyor belli ki, kaçırıldığını (bir anlamda doğru bu) ve tutsak hayatı yaşadığını düşünüyor; cehennemde de olsa, özgür iradesiyle hareket etmek istiyor. benzer şekilde, maria da cennet gibi bir yerde yaşadığı halde, aşkının peşine düşmek istiyor, gerekirse cehenneme doğru, hatta özel durumu nedeniyle öleceği söylendiği halde! kardeşinin kararlılığı ve maria'nın söyledikleri üzerine robert conway açmazda kalıyor: kardeşini yalnız bırakmak da istemiyor, huzuru ve aşkı bulduğu kenti de.
film iki saat civarında ama belki bir iki saatlik daha mevzu anlatılırmış; bazı şeyler eksik kalmış ne yazık. yine de "buna da şükür" denilebilecek bir durum var, filmin hemen başında, yıllar sonra yapılan çalışmalar hakkında bilgi veriliyor:
filmin ilginç başka bir özelliği daha var: lost horizon, bayıla bayıla izlediğimiz lost dizisinin dedesi olarak gösteriliyor bazı yerlerde. hiç de zorlama gibi görünmüyor bu bağlantı: kazazedeler haritalarda bile gösterilmeyen bir yerde garip yabancılarla karşılaşırlar. hasta olanlar iyileşiyor, insan ömrü defalarca katlanarak uzuyordur bu yerde. kimisinin tek istediği evine dönmektir, kimisi sonsuza kadar orada kalmak ister... tanıdık şeyler bunlar, hatta filmin ismi bile bağlantıları güçlendiriyor. lost dizisini yapanlar belli ki epeyce yaslanmışlar lost horizon'a.
ayrıca bu da ilginç; öyküye (kitaba) ilham veren olay:
lost horizon imdb
lost horizon: filmsite.org
filmden alıntılar: divxplanet.com
yazar, diplomat, asker ve geleceğin dış işleri bakanı robert conway, çin'in baskul şehrinden 90 batılı vatandaşı bulabildiği uçaklara bindirmek suretiyle kurtarıp, son görevini gerçekleştirir. kendisini ve yanında bulunan dört kişiyi ingiltere'ye götürecek uçağa biner.
zorlu kış şartlarında havalanan uçağın farklı bir yönde ilerlediğini, pilotlarının yerinde başka birinin olduğunu epey zaman sonra fark ederler. karlarla kaplı dağlık bir bölgeye düşercesine iner uçak, pilot ölmüş görünüyordur. fazla ümit yoktur, dağ başında, fırtınanın ortasında kalmışlardır.
yanlarında kendileri için hazırlanmış giysiler de getiren bir kafile ortaya çıkar, onları yüksek dağların çevrelediği ve bahar havası yaşanan shangri-la'ya götürür. ütopik bir kenttir burası, cehennem içinde, cehennemden kendini ayrı ve gizli tutmayı başarmış, sakin bir kent.
1937 yılında, james hilton'un aynı isimli romanından uyarlanarak, frank capra yönetmenliğinde çekilmiş lost horizon. çok para harcamışlar, devasa setler kurmuşlar ve fıstık gibi film yapmışlar. ikinci dünya savaşından neredeyse biraz önce, "savaşlardan, ölümlerden, para ve hırslardan uzak bir toplum düşünülebilir pekala da!" diyor film geneline bakıldığında. daha kente adım atar atmaz içine bir huzur doluyor robert conway'in; üç beş adım atmasıyla aşkı buluyor, eh hemen sonra da paldır küldür yere yuvarlanıyor... "sanki daha önce de buradaydım ben, her şey bana çok tanıdık ve huzur verici geliyor" diyor, bu durum kafasını karıştırıyor. "e ama sen hayatın boyunca böyle bir yerin hayalini kurmadın mı?" diyorlar ona.
ilk etapta her şeye şaşkınlık ve huzurla bakan robert, kısa süre sonra nerede bulunduklarını araştırmaya başlıyor.
robert conway: bay chang, tüm bu şeyler, kitaplar, enstrümanlar, heykeller... hepsi hamallar tarafından mı getirildi?
chang: evet.
robert conway: ama bu çok uzun sürmüş olmalı...
chang: yüzyıllarca, yüzyıllarca...
robert conway: tüm bu değerli şeyler için parayı nerden buldunuz?
chang: bildiğiniz gibi paramız yok. bir şeyler alıp satmıyoruz, kişisel servet peşinde de değiliz... çünkü burada birikim yapmayı gerektirecek belirsiz bir gelecek yok.
robert conway: tam bana göre. her zaman meteliksizim.
belki dönemin şartlarıdır bilmiyorum ama din denilince hristiyanlık cepte duruyor; her şeyin ardında hritiyanlık inancını terk etmemiş bir peder var sonuçta. yine de chang, "her türlü aşırılıktan kaçınma erdemini gerçekleştirmeye çalışıyoruz, aşırı faziletli olmak da buna dahil!" diyor. orta yolu bulalım, böylece mutlu oluruz, diyor. diğer cepte de aristoteles var yani. kısacası, bir şekilde gül gibi geçinip gidiyor shangri-la sakinleri. bir de aşk durumu var tabii. robert'in kardeşi george da aşkı buluyor burada ancak ilk fırsatta evine dönmek istiyor. yıllarca (uzun yıllarca, çok uzun) prensini bekleyen shangri-la sakini maria'nın da yardımıyla kaçabilmek için her şeyi ayarlıyor. burada ilginç bir durum var; kente ulaşmak, nerede olduğunu bulmak çok zor, neredeyse imkansız. kolay mı cehennemde cenneti bulmak! bununla beraber, kentten çıktıktan sonra, canlı kalabilmek için bedelini bir şekilde ödemek zorunda olduğun şehir hayatına ulaşman da çok zor: dağ - taş, kar - fırtına tüm bunlar yetmez bir de doğru yolu gösterecek rehberlerle anlaşman gerek...
george bildiği dünyanın ötesinde huzur bulamıyor belli ki, kaçırıldığını (bir anlamda doğru bu) ve tutsak hayatı yaşadığını düşünüyor; cehennemde de olsa, özgür iradesiyle hareket etmek istiyor. benzer şekilde, maria da cennet gibi bir yerde yaşadığı halde, aşkının peşine düşmek istiyor, gerekirse cehenneme doğru, hatta özel durumu nedeniyle öleceği söylendiği halde! kardeşinin kararlılığı ve maria'nın söyledikleri üzerine robert conway açmazda kalıyor: kardeşini yalnız bırakmak da istemiyor, huzuru ve aşkı bulduğu kenti de.
film iki saat civarında ama belki bir iki saatlik daha mevzu anlatılırmış; bazı şeyler eksik kalmış ne yazık. yine de "buna da şükür" denilebilecek bir durum var, filmin hemen başında, yıllar sonra yapılan çalışmalar hakkında bilgi veriliyor:
"film, ilk gösterildiğinde 132 dakikaydı. daha sonra 25 dakika kadar kısaltıldı. [savaş karşıtı mesajları yüzünden sansürlenmiş] 1967'de orjinal kopyanın hasar görmesi sonucu, eksiksiz bir kopyası kalmadı. 1973 yılında restorasyon çalışmalarına başlanmasıyla birlikte, 132 dakikalık eksiksiz bir ses kaydı bulundu. ancak filmin 7 dakikalık bir kısmı eksik kaldı. ses kaydı, eldeki filmden 7 dakika daha uzun olduğu için, eksik kısımlar donmuş karelerle ve fotoğraflarla tamamlandı."bazı yerlerde de (gerçi tek bir sahnede fark ettim) eksik görüntüyü ses ile denkleştirmek için, çok kısa bir süre için sahneyi loop'lamışlar. şu dvd göstericilerde olur ya a-b noktasını belirlersin döngüye alır, öyle bir şey işte...
filmin ilginç başka bir özelliği daha var: lost horizon, bayıla bayıla izlediğimiz lost dizisinin dedesi olarak gösteriliyor bazı yerlerde. hiç de zorlama gibi görünmüyor bu bağlantı: kazazedeler haritalarda bile gösterilmeyen bir yerde garip yabancılarla karşılaşırlar. hasta olanlar iyileşiyor, insan ömrü defalarca katlanarak uzuyordur bu yerde. kimisinin tek istediği evine dönmektir, kimisi sonsuza kadar orada kalmak ister... tanıdık şeyler bunlar, hatta filmin ismi bile bağlantıları güçlendiriyor. lost dizisini yapanlar belli ki epeyce yaslanmışlar lost horizon'a.
ayrıca bu da ilginç; öyküye (kitaba) ilham veren olay:
dağcılığın ilk aktörlerinden olan ve ingiliz burjuvazisinin bir mensubu ola george leigh mallory himalayalar dağ silsilesinde bulunan 8848 m yüksekliğindeki everest dağına ilk tırmanan kişi olmak için harekete geçtiğinde bir gazetecinin “niçin everest’e gidiyorsunuz?” sorusuna “çünkü o orada” cevabını vermişti. o gün o soruyu soran gazeteci insanoğlunun aşmasının çok zor olduğu sayısız tehlikelerle dolu ve pek çok insanın vücudunun kaldıramayacağı ölüm sınırı olan 7000 metrenin üzerinde olan everest’e mallory gibi lüks içinde yaşayan bisinin sırf “dağ orada” diye çıkmak istemesine bir anlam verememişti. nitekim george leigh mallory 1924’deki çıkış denemesinde son olarak 8450 metre civarındaki kuzey sırtında görülmüş ve geri dönmemişti. 1992 yılında onu bulmak için yapılan ekspedisyonda cesedi bulundu. [kaynak]
lost horizon imdb
lost horizon: filmsite.org
filmden alıntılar: divxplanet.com