10 kasım 1923 yılında doğmuş, 8 mart 1935'te ölmüş hachi. akita cinsi bir köpek. "japonya'nın honshu adasının akita bölgesinden köken almaktadır" diyor wikipedia'da, bu tür köpekler için...
tokyo üniversitesinden profesör hidesaburō ueno, 1923 yılında, bir yavru akitayı sahipleniyor (ya da sahiplenmek zorunda kalıyor). hayvanı çok seviyor profesör, ilgisini hiç eksik etmediği gibi, hayvana saygı da duyuyor. her gün, üniversiteye giderken, japonca sekiz tane anlamına gelen "hachiko" ismini verdiği köpeği, metro girişine kadar ona eşlik etmeyi alışkanlık haline getiriyor. hachi, akşamları da gidiyor metro kapısına, bu sefer profesörün gelmesini bekliyor. çok uzun sürmüyor bu ama, iki yıl içinde profesör kriz geçirip ölüyor. hachi'yi yanına alamayan evin hanımı, hayvanı kime verse olmuyor, hayvan bir yolunu bulup kaçıyor ve her sabah ve akşam metro girişinde profesörü bekliyor. bu durum 10 yıl boyunca devam ediyor ve hachi son nefesini metro önünde veriyor. bu arada gazetelere haber oluyor, önünde beklediği istasyona heykeli dikiliyor. yıllar sonra hakkında filmler çekiliyor.
hachi ile ilgili ilk film, hachikô monogatari, japonya yapımı. 1987 yılında seijirô kôyama yönetmiş. diğeri, amerikan yapımı, "hachiko: a dog story". 2009 yapımı, lasse hallström yönetmiş. (isim lassie'yi çağrıştırdı)
dün iki filmi de izledim. hatta ilk filmi, japon yapımını, goldie de izledi sayılır, çoğunlukla uyumuş olsa da. diğerini üç beş saat sonra, aynı "adamı" (hachiko) anlatmasına ve sonuçta benzer öyküler olmasına rağmen ilgiyle izledim. üstelik richard gere kişisinden hiç hoşlanmam! ama bu filmde gözüme çok sempatik göründü, doğruya doğru.
şu "sadakat", "arkadaşlık", "vefa" falan filan gibi kavramları bir kenara atıp, çünkü üzerine konuşuldukça, düşündükçe içleri boşalır onların, hachi'nin ve profesörün öyküsünü izlemeni tavsiye ederim. hangisi diye düşünme, ikisini de izle. hadi gözümden yaş gelirse, böhürürsem (ne demekse), hıçkırırsam gibi endişelerin varsa, yalnız izle, içinden geldiği gibi böhür hani...
not:1) "e yukarda anlatmışsın filmi, ayıp değil mi bu yaptığın!" sorusuna karşılık olarak: yukarıda yazdıklarım filmleri anlatmıyor, filmler yukarıda yazdıklarımı anlatıyor.
not.2) her iki filmin türkçe alt yazısının bulunabilir olması, filmlerin de bulunabilir olduğunun en büyük kanıtıdır.
tokyo üniversitesinden profesör hidesaburō ueno, 1923 yılında, bir yavru akitayı sahipleniyor (ya da sahiplenmek zorunda kalıyor). hayvanı çok seviyor profesör, ilgisini hiç eksik etmediği gibi, hayvana saygı da duyuyor. her gün, üniversiteye giderken, japonca sekiz tane anlamına gelen "hachiko" ismini verdiği köpeği, metro girişine kadar ona eşlik etmeyi alışkanlık haline getiriyor. hachi, akşamları da gidiyor metro kapısına, bu sefer profesörün gelmesini bekliyor. çok uzun sürmüyor bu ama, iki yıl içinde profesör kriz geçirip ölüyor. hachi'yi yanına alamayan evin hanımı, hayvanı kime verse olmuyor, hayvan bir yolunu bulup kaçıyor ve her sabah ve akşam metro girişinde profesörü bekliyor. bu durum 10 yıl boyunca devam ediyor ve hachi son nefesini metro önünde veriyor. bu arada gazetelere haber oluyor, önünde beklediği istasyona heykeli dikiliyor. yıllar sonra hakkında filmler çekiliyor.
hachi ile ilgili ilk film, hachikô monogatari, japonya yapımı. 1987 yılında seijirô kôyama yönetmiş. diğeri, amerikan yapımı, "hachiko: a dog story". 2009 yapımı, lasse hallström yönetmiş. (isim lassie'yi çağrıştırdı)
dün iki filmi de izledim. hatta ilk filmi, japon yapımını, goldie de izledi sayılır, çoğunlukla uyumuş olsa da. diğerini üç beş saat sonra, aynı "adamı" (hachiko) anlatmasına ve sonuçta benzer öyküler olmasına rağmen ilgiyle izledim. üstelik richard gere kişisinden hiç hoşlanmam! ama bu filmde gözüme çok sempatik göründü, doğruya doğru.
şu "sadakat", "arkadaşlık", "vefa" falan filan gibi kavramları bir kenara atıp, çünkü üzerine konuşuldukça, düşündükçe içleri boşalır onların, hachi'nin ve profesörün öyküsünü izlemeni tavsiye ederim. hangisi diye düşünme, ikisini de izle. hadi gözümden yaş gelirse, böhürürsem (ne demekse), hıçkırırsam gibi endişelerin varsa, yalnız izle, içinden geldiği gibi böhür hani...
not:1) "e yukarda anlatmışsın filmi, ayıp değil mi bu yaptığın!" sorusuna karşılık olarak: yukarıda yazdıklarım filmleri anlatmıyor, filmler yukarıda yazdıklarımı anlatıyor.
not.2) her iki filmin türkçe alt yazısının bulunabilir olması, filmlerin de bulunabilir olduğunun en büyük kanıtıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder