birleşmiş milletler, gezegene gelip etrafa şaşkın şaşkın bakınacak ya da kararlılıkla "doğal kaynaklarınızı sömürmeye geldik, kim bakıyor buralara?" diye soracak dünya dışı varlıklarla (uzaylılarla işte) ilk "resmi" iletişimi kuracak insanı belirlemiş. buna göre, bu insan, bir devlet başkanı ya da bir dini lider ya da albümleri çok satan bir rock yıldızı değil; birleşmiş milletler'in "dış uzay ofisi" yöneticisi, malezyalı astrofizikçi (ve astronot) mazlan othman (ya da mazlan osman).
önce stephen hawkins "bakın uyarıyorum" dedi. daha sonra "gün geçmiyor ki yeni bir gezegen keşfetmeyelim" gibisinden açıklamalar geldi. şimdi böyle bir görevlendirme haberi ile, "uzaylı arkadaşlar"ımızın yakında gezegene varacakları düşüncesinin yeşil ışığı yanıp sönmeye başlıyor ister istemez. temas sağlandığında şoke olmayalım diye alıştırıyorlar zihinleri ha?
uzaylıların ve aslında tanrıların, hayvanların, bitkilerin, doğanın, kısacası, insanın nesne edindiği her şeyin, "insan gibi" davrandığı/davranması gerektiği sanrısı karşısında şaşırmamak zor. her şeyin ardında insan aklı var sanki. öyle ya, uzaylılar gelecekler ve derhal diplomatik kurallara uygun, bin yıllık insan gibi davranışlarda bulunacaklar; lider soracaklar, krallarla görüşecekler, gerekirse savaş çıkacak, bir dolu acı, kan, kusmuk, televizyon yayını ve sefalet galaksiye yayılacak!
insanların estetik anlayışları değiştikçe hem biyolojik hem de araç - gereç formları değişen uzaylı arkadaşlarımızın, mazlan teyze'nin kalabalıklar arasından "çekilin yahu, ben konuşacağım, bana verildi görev, açsanıza yolu be!" çığlıkları karşısında bir bruce willis gülümsemesi ile "tiplere bakın hehe" diyeceklerini düşünüyorum. hayalimdeki uzaylılar öyle tipler işte. sonra tüm lazer silahları kızartmaya ayarlanacak ve mazlan teyze toz ve gaz olmadan hemen önce "piramitleri göstertecektik size, ıhlara vadisini gezdirecektik, ne hayallerimiz vardı, uranyum anlaşmaları imzalayacaktık, zamanlar - mekanlar arası tüneller inşa edecektik, burp" gibi şeyler söyleyecek. bence işte tam da böyle olacak, çünkü "öyle" ya da "şöyle" olmasından daha mantıksız değil gibi?
güncelleme (280810) : haber bm tarafından yalanlanmış, "çok saçma" denmiş, teyzenin wikipedia sayfasında da açıklama bulunuyor.
haber: uzaylılara "hoşgeldiniz" diyecek
görsel: walterkrudop.com
27 Eylül 2010
24 Eylül 2010
en kahraman rıdvan - "pislik"
en kahraman rıdvan sonunda piyasaya çıktı. bülent arabacıoğlu'nun yarattığı bu şahane karakterin ilk macerasının ismi "pislik". kitapta öykünün nerede ve ne zaman yayınlandığına dair doğrudan bir bilgi yok. ( elbette gırgır'da ve kitap sonunda bulunan, bülent arabacıoğlu'nun hayat öyküsüne göre 1980 yılında...)
ilban ertem'in vicdan'ı gibi, "pislik" de özenilerek hazırlanmış, pırıl pırıl kağıda basılmış ve neredeyse klasik mizah dergisi boyutlarında.
bu ilk macera ile "saçlı" rıdvan'ın "kahraman" olmaya karar vermesini, bu karara neden olan şeyleri, kendisine örnek aldığı çizgiroman karakterlerini, gözlerinin neden ve nasıl bozulduğunu ve istanbul'a nasıl geldiğini öğreniyoruz.
bu seri yıllardır oldukça çok sayıda "en kahraman rıdvan" ya da bülent arabacıoğlu hayranı tarafından "umutsuzca" bekleniyordu sanırım. en azından benim pek umudum yoktu. hele böyle ilk maceradan itibaren yayınlanması gerçekten heyecan verici. uykusuz ve mürekkep yayıncılık takdir edilesi bir iş yapıyor, umarım hıbır'da yayınlanan öyküler de dahil olmak üzere tüm "en kahraman rıdvan" maceralarını yayınlarlar.
en kahraman rıdvan - pislik
bülent arabacıoğlu
mürekkep basın yayın / uykusuz çizgi dizisi
16 Eylül 2010
the echo park : zamanda yolculuk marketi
"the echo park" öğrencilere destek amacıyla satışlar yapan, los angeles'ta bulunan bir market. burada satılan şeyler, genellikle zaman yolcularının ihtiyaç duyabileceği, eğlenceli etiketlere sahip, garip ürünler:
viktorian tarzı ipod'lar, realizm, nihilizm, sosyalizm şurupları (şurup galiba, öyle birşey işte), 1985 yılında üretilmiş, taze ve lezzetli çörekler, robotlar için duygu kitleri...
bir ürün kapıp "bunun son kullanım tarihi geçmiş!" diye karşılarına dikilme şansın yok hani; "altı ay önce gel madem öyle!" diyeceklerdir! eh, tamam o zaman.
bir gazete haberi okumuştum yıllar önce; dolandırıcılık muhabbeti. şu kadar para ver, seni listemize alalım, zaman makinesi icat edildiğinde seni kendi zamanından alıp istediğin bir zamana aktaralım, diye para toplayan birilerinin "yakalandığı" haberi. ironik tabii.
marketin fotoğraflarını scott beale çekmiş; flickr üzerinden fotoğraf setine bakabilirsin, pek eğlenceli ve ilginç şeyler var dediğim gibi. şahsen kötü robotların belleklerini temizleyen zımbırtıyı almak isterdim.
kaynak: laughingsquid.com
viktorian tarzı ipod'lar, realizm, nihilizm, sosyalizm şurupları (şurup galiba, öyle birşey işte), 1985 yılında üretilmiş, taze ve lezzetli çörekler, robotlar için duygu kitleri...
bir ürün kapıp "bunun son kullanım tarihi geçmiş!" diye karşılarına dikilme şansın yok hani; "altı ay önce gel madem öyle!" diyeceklerdir! eh, tamam o zaman.
bir gazete haberi okumuştum yıllar önce; dolandırıcılık muhabbeti. şu kadar para ver, seni listemize alalım, zaman makinesi icat edildiğinde seni kendi zamanından alıp istediğin bir zamana aktaralım, diye para toplayan birilerinin "yakalandığı" haberi. ironik tabii.
marketin fotoğraflarını scott beale çekmiş; flickr üzerinden fotoğraf setine bakabilirsin, pek eğlenceli ve ilginç şeyler var dediğim gibi. şahsen kötü robotların belleklerini temizleyen zımbırtıyı almak isterdim.
kaynak: laughingsquid.com
yüksek be!
daha önce söylemiştim, bende yükseklik korkusu var. aslında bir güvende hissetmeme duygusu, kopacak, parçalanacak, patlayacak endişesi neden oluyor buna. araba, otobüs, tren de sıkıntı yaratır bende. bir de yüksekteysem bu sıkıntı yükseklikle orantılı artıyor. eşyaya, alete güvenmiyorum sonuç olarak: bin yıl bekler bozulmayı, kırılmayı, parçalanmayı ve sen yaklaştığın anda "evet zamanım doldu!" der ve hayatına irili ufaklı bokluk katar bu eşya, alet milleti!
yandaki foto, aşağıdaki videodan [heh!]. iki abi, yaklaşık 550 metre yüksekliğinde, verici istasyonu gibi bir şeye tırmanıyorlar. bu 550 metreyi asfalta yatırsan, ne bu afra tafra dersin ancak gökyüzüne doğru yükseldiğinde karşısında saygıyla eğilmek zorunda hissediyorsun. öyledir; hepitopu üç metrelik biri çıksa karşına, "dileyim senden ne dilersem?" diye sorsa, şüphesiz, "en az üç şey dile abi" dersin ya, dersin, düşün, bu 550 metre!
[ağızdan çıktığında basit gibi gelen şeylerdir şu ölçü birimleri, yaşadığın yerde yedi metrelik bir uzunluk tespit edebilirsen (salona geç salona) gözyaşları içinde hak vereceksin kalecilere!]
şimdi şöyle bir şey var, sorumlulukların ve ihtiyaçların karşılanamadığında zorunlu olarak çevreye bakınırsın ve sana "olanaklar" sunulur ya, işte, prensesi güldür akşama arkasına geç, şu bok çukurunu temizle bi' şarap parası falan filan... yani yapılması gereken [daha kötüsü hiç de gerekmeyen] [neyse] bir iş mutlaka vardır ve o işi yapmaya hazır onlarca insan kuyruktadır.
- selam, eve bi' şeyler götürmem gerek. - bir kule dikeceğiz, 550 metre! - [hıms, 1000 metre değilmiş en azından. heh!] dikelim abi? - yarın sabah altıda gel. aslında dokuzda ya da on birde gelsen de olur ama çağ az uyumanı gerektiriyor. - önemli değil baba, hiç hatırlamam zaten düşlerimi.neyse, abartmayım; insanlık için iyidir mutlaka, o kulenin dikilmesi. yüzlerce kilometre uzaktaki insanların hayatını kolaylaştırıyordur, şudur budur. demek isterken uzattım ama demek istiyorum ki, insanlık çok şaşırtıcı şeyler yapıyor. 550 metre yüksekte somun-civata işi yapıyor; o da yetmiyor, hani yaptın bitti, orda dursun değil, arada sırada bunların bakıma, tamire ihtiyaçları oluyor.
haydi çık ta ebesinin...
belki de adrenalin manyaklarıdır, üzerine para verebilecekleri bir şey için deli para alıyorlardır, bilmiyorum ama, şu video, evet, kan basıncımı oynattı! daha yarısında "eh yeter, hadi inin, yeter, lütfen!" dedirtti bana.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)