vilayanur s. ramachandran amca bir nöroloji uzmanı. "vilayanur ramachandran'dan zihnimiz üzerine" ve "medeniyetlere şekil veren nöronlar" başlıkları altında iki konuşmasını izledim bugün.
"önümüzde pelte gibi bir kütle var; yaklaşık 1,5 kg'lık, iki avucuna sığabilecek bir pelte ve o pelte yıldızlar arası mesafeyi düşünebilir, sonsuzluğun anlamını düşünebilir ve kendisinin sonsuzluğun anlamını nasıl düşündüğünü düşünebilir." diyerek başlıyor her iki konuşmasına. anlaşıldığı gibi, insan beynini anlatıyor.
ilk konuşmada, "insan beyninin işlevlerini anlayabilmek için çeşitli çalışma metodları var. metodlardan ilki, bizim de en çok kullandığımız olan, beyninin küçük bir bölgesinde kalıcı hasar olan hastaları incelemektir." diyor ve üç örnek "kalıcı beyin hasarı" konuşmanın merkezine alınıyor. insanın, ayna karşısına geçip, kendi yansımasına baktığını bildiği halde, kendi yüzünü tanıyamamasını ya da annesini karşısında görüp, "anneme çok benziyor ama o değil" diye düşünüp, annesine karşı en ufak bir yakınlık bile hissetmemesini; hayalet uzuv sendromu adı verilen, kolu ya da bacağı kesilmiş insanlarda sıklıkla görülen, duyu organı yerinde olmadığı halde sanki yerindeymiş gibi hissetmeye neden olan beyin hasarlarını ve son olarak, "sinestezi" yani kabaca, duyuları karıştırma denilebilecek anormalliği ve tüm bu sorunların çözümüne yönelik çalışmaları, eğlenceli bir üslupla anlatıyor.
[kendine bir bardak çay ya da kahve hazırla istersen: ]
(türkçe altyazı: "view subtitles" menüsünde. *hata veriyorsa, ted.com site güncellemesindendir; daha sonra tekrar deneyiniz...)
ikinci konuşma, ilkine göre çok daha kısa sürüyor ancak beni ilkinden daha çok etkiledi diyebilirim. "hayalet uzuv sendromu" konusunu cepte tutarak nöronların medeniyete nasıl şekil verdiğini anlatıyor.
insanı allak bullak edebilecek şeyler söylemiyor mu? insanı ve/ya bireyi evrenin merkezine koyan görüşlerin hem yanlış hem de tehlikeli olduğuna yönelik düşünceleri de doğrular gibi ramachandran'ın sözleri. 'bilme' ve 'bilgi' ile kendi varlığını yüceltebildiğince yücelten insanın, daha kafasının nasıl çalıştığını bile çok az (çok çok az) bilmesi, kozmik boyutlarda bir saçmalık, evrensel ölçeklerde bir aşağılanma nedeni: düşünsene, sen kendini ayrı bir yere koymak istedikçe, daha çok içine giriyorsun; kopmak istediğin ne varsa onunla daha çok birleşiyorsun!
ayrıca: rupert sheldrake isimli bir biyolog şöyle diyor: "zihin beyinle sınırlı değil, doğada dört bir yana yayılmış olan etki alanları aracılığıyla işlev görüyor." onun ne demek istediğini daha net anlamak için "biri beni gözetliyor" isimli kitabını okumak gerekiyor sanırım. (ne kötü bir kitap ismi yine de okuyacağım bir ara)
çağrışımsal bonus: 1968'de hazırlanmış bir kısa belgesel: powers of ten insanı merkeze alıyor teknik olarak; tamamen ölçüsel anlamda: